Tuesday, January 30, 2024

Kötülük Kol Gezerken // Tony Judt

İnsan yığınlarının çoğu hayranlar ile tapınanlardan meydana gelir ve daha da ilginci, bu hayranlarla tapınanlar servet ve mevkiden çoğunlukla hiçbir menfaat elde etmezler.

Ekonomik güvensizlik, fiziksel güvensizlik ve siyasal güvensizlikten oluşan bir güvensizlik çağına girmiş bulunuyoruz.

Kişisel ayrıcalıkları anlamak ve tarif etmek kolaydır. Zor olan, içine düştüğümüz genel sefaletin boyutlarını dillendirmektir.

Her şeye kavuştuk, ama bana öyle geliyor ki elde ettiğimiz şeyler hayâl ettiklerimizle alay etti.
Tony Judt / Kötülük Kol Gezerken

Kesinlik Üzerine + Kültür ve Değer // Ludwig Wittgenstein

“Hayat taşınması güç hale geldiğinde insan iyileştirmeler düşünür. Ama en önemli ve etkili iyileştirme, yani kendi tutumuyla ilgili olanı, kolay kolay aklına gelmez; buna ancak en büyük güçlükle karar verebilir.”

Ludwig Wittgenstein
Kesinlik Üzerine + Kültür ve Değer

Gösteri Toplumu // Guy Debord

İdeoloji, tarihin çelişkilerle yüklü gidişatında sınıflı bir toplum düşüncesinin temelidir.

Spekülatif evrende değerini yitirmiş olan şey, herkesin somut yaşamıdır.
Sanatın büyüklüğü ancak yaşamın gün batımında ortaya çıkmaya başlar.

Meta dolaşımının yan ürünü olan ve bir tüketim olarak kabul edilen insan dolaşımı, yani turizm, aslında bayağılaşmış şeyin görmeye gidildiği boş zamandan başka bir şey değildir.

Modernleşmiş olan toplum, şu beş temel özelliğin birleşik etkisiyle nitelenir: Kesintisiz teknolojik yenilenme; devletin ve ekonominin iç içe girmesi; gizliliğin yaygınlaşması; tepki görmeyen yalanlar; ebedi bir şimdiki zaman.
Bu toplumun hakikati, bu toplumun yadsınmasından başka bir şey değildir.
Gezegeni kendi alanı haline getiren yegâne hareket, yani kapitalizm.

Gösteri, uyuma arzusundan başka bir şey ifade etmeyen, zincire vurulmuş modern toplumun gördüğü kötü düştür. Gösteri, bu uykunun bekçisidir.
Guy Debord
Gösteri Toplumu

Televizyon Üzerine // Pierre Bourdieu

Tehlike de, işte, buradadır; medya, liberal Batı demokrasisini, yeryüzünde gelmiş geçmiş en tümel ve en mutlak totalitarizm haline getiren bir katalizör olup çıkmıştır.

Pierre Bourdieu
Televizyon Üzerine

Postmodernizm // Fredric Jameson

Borges deyince, bir çırpıda şunlar sıralanıyor hemen: Labirentler, aynalar, alegoriler, şaşırtmacalar, bilmeceler, mitolojiler, parodiler; bir yandan da, kimilerine göre, aşırı incelik, züppelik, bilgiçlik, sahtelik vs. Borges’e duyulan hayranlık ya da nefreti göstermek için sıralanan her şey, üç aşağı beş yukarı, postmodernizm için de kullanılıyor.


Modernlik eğer başarısız olduysa, bu, Jürgen Habermas’a göre (sözkonusu düşünürün o olduğunu çıkarmışsındır), hayatın bütünlüğünü, uzmanların kesin yetkisine terkedilmiş uzmanlık alanlarında parçalanmaya bırakmasındandır. Bu parçalanma sürecinde, somut birey ise "yüceliğini yitirmiş anlam"ı ve "yapısızlaşmış biçim"i, bir özgürleşme olarak değil, Baudelaire’in yüzyıl önce sözünü ettiği o devasa can sıkıntısı tonunda yaşamaktadır.


Bir gevşeme, vazgeçme dönemindeyiz. Zamanın renginden söz ediyorum. Sanatlarda ve diğer alanlarda denemeleri, deneyleri durdurmak için, dört bir taraftan sıkıştırılıyoruz.
Kültürel patoloji dinamiklerindeki bu kaymayı, öznenin yabancılaşması­nın yerini öznenin parçalanmasına bırakması olarak ifade edebiliriz.
Zaman, gevşemenin ve rahatlığın zamanı. Ama bu ‘ne olursa olsun’ realizmi, gerçekte paranın realizmi...

Lyotard’a göre, aydınların artık yapabilecekleri tek şey, (hakikati söylemek, dünyayı kurtarmak vs. yerine) yeni hamleler bulmak; yeni, küçük öyküler anlatma ve dinleme gücü edinmek; genelde de, bilimsel bilginin, anlatıya dayalı bilgi karşısındaki ayrıcalıklı, üstün konumunun sona erdiğini kabul etmek. Hattâ kuramın da, eninde sonunda bir edebiyat türü olduğu sonucuna dek varabiliyor bu.

Yine de postmodernizmin, ‘post-’ ekinden kaynaklanan bir sonralık, bir başkaldırı boyutu taşıdığını da unutmamak gerek. Herhangi bir tanıma indirgenemeyecek bir karmaşıklığa, düzensizliğe sahipse de, postmodernizm öncelikle modernlikle bir hesaplaşma demek: Bu yönüyle kuşkusuz içinde modernizm karşıtlığını ya da modernizm öncesini de barındırıyor.

Baudrillard’a göre, artık günümüzde, gerçeğe tamı tamına uyan, böyle bir haritaya temel olacak bir dünya yok; sadece gerçeği yeniden üretmeye yarayan çeşitli modeller, aslında gerçeğin genetik bir küçültmesi olan benzeşimler var elimizde.
Giderek tek ölçüt haline gelen "performans" ya da "en yüksek verimlilik” ölçütü, dile de uygulanmaya başlanıyor.
Postmodernizmin ironi ve eğlence üzerine kurulu bir maniyerizm olduğu görüşünü savunanların başında da, Umberto Eco geliyor.
(Maniyerizm'de her şey birbirine karışmıştır. Her şey bir devinim halindedir. Olayın net olarak anlaşılması biraz zordur.)
Postmodernizm
Fredric Jameson

Zamanın Tohumları // Fredric Jameson

Bugün geç kapitalizmin başarısızlığını kavramak yerine yeryüzünün ve doğanın kusursuz çürüyüşünü tasavvur etmek daha kolayımıza geliyor.

Zamanın Tohumları
Fredric Jameson

Şarabın Şiiri & Esrarın Şiiri // Charles Baudelaire

 İnsan güçlü bir uyuşturucudan aldığı kadar yeni ve ince hazları acıdan, felaketten ve yazgıdan da alabilme ayrıcalığına sahiptir.

Şarabın Şiiri & Esrarın Şiiri
Charles Baudelaire

Tuesday, January 23, 2024

Anti // ke

anti söylemi karşıt olduğu şeye bağımlıdır ve bir çelişki içerir, karşıt olmak yerine farklı yoldan gitmek, dünyanın eksiği de budur zaten..


ke

Nesne // Bilge Karasu

Nesnelerin yaşayanı ne kadar ilginçse, yaşayanların nesneleşmesi o kadar korkunç, o kadar tiksinç.

Bilge Karasu





Böyle Buyurdu Zerdüşt // Frederich Nietzsche

Her bilgi, tedirgin vicdanın dibinde yeşermiştir şimdiye dek! Parçalayın ey gören kişiler, parçalayın eski levhaları!

Ah, bütün yarım istemleri bıraksanız da, eylemde olduğu gibi, tembellikte de tam kararlı olsanız!
Kimine göre yalnızlık, sayrı kişinin kaçışıdır; kimine göre de, sayrı kişilerden kaçıştır.
Ve kötüler ne kadar zarar verirlerse versinler, iyilerin verdiği zarar en zararlı zarardır.
İyilerin aptallığında dipsiz bir kurnazlık vardır.
İyiler, kendi erdemlerini bulanı çarmıha germek zorundadırlar! Yaratıcıdan nefret ederler en çok, levhaları ve eski değerleri altüst edenden, bozandan, – yasabozan derler ona. Çünkü iyiler, yaratamazlar; onlar hep sonun başlangıcıdırlar. İyiler yalancı kıyılar, yalancı güvenlikler öğrettiler size; iyilerin yalanları içre doğup büyüdünüz siz. Her şey iyiler eliyle baştan aşağı burulmuş, çarpıtılmıştır.
F. Nietzsche / Böyle Buyurdu Zerdüşt

Mütevazı // Bossuet

"Ani çıkışların büyük düşüşleri olur. Mütevazı, küçük bir tohum gibi basit alışkanlıklar büyük davranışlara dönüşür."

Bossuet

Çelişkili Kötü Şiir // Arkadaş Z. Özger

 ” kadercinin / kendine tapmadan önceki son -ya da sona yakın- öfkesinin bir dünya görüşünün yorumuna başlangıç olan/ çelişkili kötü şiiridir ”

gökyüzüne uzanmaktan yoruldu ellerimiz
ne isteriz ne isteriz bilseniz
bilseniz inanca karşı gelmek ne zor
bilseniz ekmek yemek su içmek ne zor
bilseniz mutluluk ah mutluluk
mutluluk çok ötelerde şimdi
nedensiz isteksizliğiyle vermekten kaçındığı bizlere
bizlere yani kendi yarattığına
/ ne gülünç kendi yarattığına /
mutluluk çok büyük ve çok ötelerde şimdi
tanrı kadar
ulaşılmaz
bir ulaşsam bir ulaşsam yok mu ya bir ulaşsam
kimselere bırakmıycam kimselere bırakmıycam
ama gücüm ama gücüm ama gücüm kısıtlı
valla bıktık billa bıktık yaşamaktan
ben insanım dedik günahkâr olduk
ben tanrıyım dedik günahkâr olduk
ben günahkârım valla
ben günahkârım valla ve de tüm günahlarını insanların
topladım omuzlarıma/ ben günahkârım valla
bir hafifledim bir hafifledim ki sormayın
günâhlar ne hafif şeyler öyle ve de ne güzel
arkadaş özger—

Civilization - Game Over


 

Filistin: Bir İnsanlık Ayıbı // Fikret Başkaya

 Şeyleri adıyla çağırmamak bir yalan söyleme yöntemidir…”

 

“Önemli olan nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığıdır…”

 

Siyonist İsrail 74 yıldır Filistin halkını katlediyor, işkence ediyor, aç bırakıyor, aşağılıyor, ilticaya zorluyor ve dünyanın geri kalanı o utanca ortak olmakta bir beis görmüyor… Filistin toprağında İsrail diye ucube Siyonist devletin neye kurulduğunu pek merak eden yok… Kapitalizm, kolonyalizm, emperyalizm, Siyonizm sorun edilmeden, “Batı medeniyeti’ denilen hakkında düşünce açıklığı olmadan Filistin gerçeğini anlamak mümkün değildir…

Siyonist İsrail Devleti, birincisi, ‘normal bir devlet değildir ve ikincisi, bir Orta-Doğu devleti de değildir. Siyonist İsrail demek, Orta-Doğu denilen bölgeye taşmış Batı emperyalizmi, ABD, İngiltere, Fransa, vb. demektir… Bir tür ‘doku transplantasyonu’ söz konusudur… Velhasıl doku uyuşmazlığı var. Siyonist devlet Orta-Doğu’daki emperyalizmdir… Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek önemlidir…

Siyonist devlet 1948 yılında bir Birleşmiş Milletler Örgütü hilesiyle kuruldu. O kadar ayıp BM’ye yeter de artardı bile… Zira, öyle bir devletin kurulması, bizzat Birleşmiş Milletler Örgütü ‘Şartına’ aykırıydı… Filistin toprağı Yahudi Yerleşimciler tarafından işgal edildi, Filistin halkının önemli bölümü sürgün edildi, topağından koparıldı… Siyonist devletin kuruluşunu izleyen 75 yılda İsrail 65 Birleşmiş Milletler Örgütü kararına uymadı… Siz Birleşmiş Milletler Örgütü denileni ne sanıyorsunuz?  Bu arada Türkiye’nin Siyonist rejimi tanıyan ilk Müslüman ülke olduğunu da hatırlamak gerekir…

Siyonist devlet neden başka yerde değil de Filistin toprağında kuruldu? Daha 1840’lı yıllarda İngiliz dergilerinde Orta-doğuda bir Avrupa devleti kurma gereğinden söz ediliyordu… Ve yaklaşık 100 yıl sonra muratlarına erdiler… Filistin toprağı tercih edildi zira Orta-Doğu dünyanın merkezidir… ‘Modern zamanlardan’ önce de, Kristof Kolomb’un macerasından önce de orası dünyanın merkeziydi…

Tarih boyunca emperyal emelleri olan tüm devletlerin gözünü oraya dikmesi boşuna değildir… Orta-Doğu, jeopolitik, jeostratejik, jeo-ekonomik ve ticari önemi son derecede büyük bir coğrafyadır… Ticaret yollarının, su yollarının kesişme noktasıdır… Kıtaların kavuştuğu yerdir… Şimdilerde de emperyalist kapitalizmin damarlarında dolaşan kan olan petrolün, doğal gazın ve bazı ‘stratejik madenlerin’ de çoğu oradadır…

Esasen Filistin’in başına gelen bir kolonizasyondu ama iki bakımdan özellik arz ediyordu: Birincisi, bilinen klasik kolonyalizmde (sömürgecilikte), bir ülke emeğini sömürmek, emeğinin ürününe el koymak, doğal kaynaklarını yağmalamak için işgal edilir, sömürgeleştirilir… Filistin’de fazlası vardı… Orada söz konusu olan Filistin toprağını insansızlaştırmaktı… Bu bakımdan Filistin halkının başına gelen, genel bir çerçevede Ermeni halkının başına gelene benziyor…

Ve ikincisi de tarihin bir ironisi, bir cilvesi olarak, sömürge halklarının bağımsızlıklarını kazandığı, kendi kaderlerini tayın etmek üzere tarih sahnesine çıktıkları self-determinasyon’a kavuştukları bir dönemde, Filistin kolonize edilmişti… [Aslında self determinasyon hiçbir yerde tam olarak gerçekleşmedi ama onu tartışmanın yeri burası değil].

Esasen Siyonizm politik bir ideolojidir ve bir tabu mertebesine yükseltilmiş durumdadır… Bilindiği gibi tabuyasaklanarak korunandır… Dokunan eli yakar… Her kim ki, Siyonizmi tartışmak isterse, hemen antisemit (Yahudi düşmanı) damgasını yer ve sesi kısılır… Mesela Batı Üniversitelerinde bile Siyonizme dair bir etkinlik, bir konferans düzenlemeye cüret edenler, anında tehdit edilirler… afişleri indirilir, bildiriler tahrip edilir, konferansı düzenleyenler tehdit edilir, bir terör havası estirilir… ‘Ayıbı açık etmek daha büyük ayıp’ sayıldığına göre…

Siyonizm ve Filistin’e dair bir dizi yalan, bir dizi tevatür üretilmiş durumdadır: İşte, Halkı olmayan toprak, toprağı olmayan halk… Bir yer, bir toprak, bir ülke var ki, orada yaşayan bir halk yok… Bir de bir halk var, onun da toprağı yok.! Ve orada Siyonist devletin kurulması, bu ikisinin kavuşması demeye geliyor… Oh ne güzel… Ve ikincisi, Siyonist İsrail’in bölgedeki tek demokrasi olduğu yalanı… Tam bir Apartheid rejimi nasıl oluyor da demokrasinin timsali sayılabiliyor? Üçüncüsü, İsrail’in dünyanın dördüncü askeri gücü olması gerektiği, zira bir düşman çemberi tarafından sarılmış durumda olduğu söyleniyor… Eğer öyleyse, olabildiğince güçlü bir orduya sahip olmalıdır… Dördüncüsü de Filistinde İsrail Devletinin kurulmasıyla Holokostun [Yahudi kırımı) sonuçları hafifletilecek, kısmen de olsa ödünlenecekti… Nazi kırımında Filistinlilerin bir dahli mi vardı?

Oysa, Siyonist devletin asıl misyonu ve varlık nedeni Bölge halklarının ve devletlerinin kendi ayakları üstünde durmalarını engellemektir… Bölgeyi sürekli bir çatışma-didişme, savaş, terör ve kaos ortamında tutmaktır… İstikrarsızlığı sürekli kılmaktır… Maalesef bunu bugüne kadar başardılar…

Kapitalizm emperyalizm üretmeden, emperyalizm savaşsız, hegemonya da düşmansız yapamaz… Ukrayna savaşı boşuna peydahlanmadı… Kapitalist dünya sistemi sıkışmış bulunuyor… Kapitalizm patinaj yapıyor… Aslında söz konusu olan bir ‘uygarlık krizi’… Bir bakıma Birinci Emperyalistler arası Savaş öncesini andıran bir durum var… Velhasıl Başta ABD olmak üzere, emperyalist kampın yeni bir dünya savaşına ihtiyacı var… Televizyonlarda öbek- öbek ‘konunun uzmanları’ sorunun esasına dokunmadan, kapitalizmi, kolonyalizmi, emperyalizmi, Siyonizmi yok sayarak Hamas’ın son saldırısını ‘tartışıyorlar’… Aslında saldırı sadece Hamasın eseri değil, tüm Filistinli örgütlerin dahliyle gerçekleşmiş görünüyor…

Filistinliler ırkçı ‘Apartheid Rejimine’ karşı direndiğinde bu “terörizm” oluyor. Siyonist Rejim Filistin halkını katlettiğinde, rehin aldığında, hapsettiğinde, işkence ettiğinde, evlerini başlarına yıktığında, aç-susuz bıraktığında “meşru müdafaa” sayılıyor… Oysa, asıl terör devlet terörüdür…

Filistin: Bir İnsanlık Ayıbı

Fikret Başkaya


Kalbi Çürümüş Bir Uygarlık // Kemal Sayar

Kalbi Çürümüş Bir Uygarlık

...
Allah’a ve insanlığa karşı işlenen ağır bir suçla karşı karşıyayız. Bu suç, göğsünde bir yürek taşıyan her insanda ahlaki bir tiksinti hissi yaratıyor. Ama daha görünmez bir düzlemde, hem sergilediği vahşet hem de bunu gün ortasında ve herkesin önünde yapabilirliğin verdiği küstahlıkla insanlığın ortak vicdanını iptal etmek, insanları bir acı nihilizmine sürüklemek istiyor. Kötülüğün mutlak iktidarını kabullenip sineye çekmemiz isteniyor.
...
Batı hakkında toptancı yargılarda bulunmak istemem. Düşünce dünyasına büyük katkıları da olmuş bir uygarlıktan söz ediyoruz. Ancak Batılı resmi aklın içinde korkunç bir merhametsizliğin de gizli olduğunu seziyorum.
Kendisinden olmayana merhamet etmeyen, merhameti kendi sınırları içine hapseden ve hatta kendi sınırları içinde de belirli toplumsal kesimlere daha merhametli davranan bir tür narsisizm.
Kendi uygarlık dairesini, kendi yurttaşını, kendi demokrasisini, kendi özgürlüğünü titizlikle kollarken aynı değerleri başka toplumlarda gözetmeyen, bazen de gözetilmesine imkân vermeyen bir kibir. Rasyonel hesapların ülkü ve değerleri yalayıp yuttuğu, araçsal aklın putlaştırıldığı bir dünyanın kibri. Kalbi çürümüş bir uygarlığın kibri.
Bu kibir hepimize, tüketim alışkanlıklarımızdan hayal dünyamızın ele geçirilmesine kadar boyun eğdiriyor. Ignacio Ramonet’nin sözleriyle, “ABD (Batı diye de okunabilir, KS) pek çok alanda söz dağarcığını, kavramları ve anlamı kendi denetimine almış durumdadır. Onun yarattığı sorunları yine onun sunduğu sözcüklerle formüle etmemiz gerekmektedir.” Sömürgecinin orduları, zihinleri kolonize edemediğinde ölüm yağdırıyor. Biz ise “haz açlığı” içinde zihinlerimizi onun emrine açıyoruz. Her türlü büyülü sözleriyle, içecekleri, köfteleri, filmleri ve dizileriyle gönüllü olarak kendisine boyun eğdiğimiz “organize riyakârlık” karşısında hamasetten başka bir şey üretemiyoruz. İşe kendi zihin temizliğimizle başlayalım derim ben, önce kendi zihinlerimizi sömürüden arındıralım.
Kemal Sayar

Çay Bardağı // ke

bir söz vardır, kurtlar kocayınca köpeklerin maskarası olur derler, uygarlık da kurtlara benziyor herhalde, şimdi cep telefonuma bildirim olarak gelmiş, çay bardağından kişilik testi, karmaşık da demeyeceğim, dağınık bir kişiliği çay bardağıyla toparlayabiliyorsanız helal olsun size..

Same As // ke

same as

gözleri
karanlık tarafta
benziyor bana
ışık kardeşliği değil bu
herhalde gölge kardeşliği
savrukluğumuz
tıpkı kopyalanan bir virüs
içimiz sıkışmış
renklerin gökkuşağına sıkışması gibi
yağmur desen, yağmadı ki
sanki gökten yere düştü
anımsayacak bir şey kalmayınca
heykeller taşa dönüştü
ke

Parçalanmış Hayat // ke

teskin edici bir söz yazayım, saatli maarif takviminde bir şiirin dizesiydi: kötülükler unutulur, iyilikler kalır geriye,

insanlarda kötü duygular uyandırmak için yazmıyorum, bazı sorunların zaten insanlar farkındalar, bunu pek çok kaynaktan bağımsız olarak ediniyorlar, cioranın ilk okuyucuları nevrotiklermiş, psikolojik durumu çatışmalı olan bir insan neden cioran gibi karanlık bir kalemi okur, bunun şöyle bir yanıtı olabilir, böyle bir kişi (modern) hayatın zaten çatışmalar ürettiği bilgisini paylaşan biriyle karşılaşmış olur.. bizler şimdi postmodern durum ve hoşnutsuzluklarını paylaşıyoruz sanırım.. modern durumun hoşnutsuzlukları da cabası.. bunları ileten tek kaynak yazılar, kitaplar değildir, bizzat hayattan ediniriz bu bilgiyi.. zygmund bauman'dan parçalanmış hayatları okuduğumuz için hayatlarımız parçalanmaz, hayatlarımız parçalandığı içindir ki bauman'dan parçalanmış hayatları okuyabiliyoruz, sevgiler..

ke

Yalnızlık // Jean Genet

Yalnızlık, benim anladığım anlamıyla, acınacak bir durum değil, daha çok gizli bir krallık, derin bir iletişimsizlik, fakat el uzatılamaz eşsizlikte, az çok belirsiz bir anlama biçimidir.

Yalnızlık bana verilmemiştir, onu ben kazanırım. Bir güzellik kaygısıyla ona doğru götürülürsem, kendimi onun içinde tanımlamak, sınırlarımı belirlemek, karışıklıktan çıkmak, kendimi düzene sokmak isterim.


Jean Genet

Gerçek // ke

Gerçek

Gerçeği anlamaya çalışma, gerçeği anlayamazsın,
anlayamayacağını kavrarsın ya da
şöyle de denebilir, kavrayamayacağını anlarsın.
O halde senin için baskın olan şey belirsizliktir;
sen de anca kaygıyla özgürlük arasında salınırsın.
Bazı şeyleri bilebilirsin, bazı şeyleri bulabilirsin,
bazı şeyleri görebilirsin, bazı şeyleri duyabilirsin,
bazı şeylere dokunabilir, tadabilirsin,
bazı şeylerin kokusunu alabilirsin, bazı şeyleri hissedebilirsin,
bazı şeyleri sezer, bazı şeyleri algılayabilirsin,
bazı şeyleri düşler, bazı şeyleri düşünebilirsin,
bazı şeyleri tanıyabilir, bazı şeylerden utanabilirsin,
bazı şeyleri sevebilir, sevmeyebilir,
bazı şeylerden nefret edebilirsin,
bazen işaretler birşeyler gösterir, bazen birşeyler dile gelir,
kabul ettiklerin, inkar ettiklerin olabilir,
bazı şeylerle alay edebilir, bazı şeylerle neşelenebilir,
bazı şeylere üzülebilir, kızabilirsin,
bazı şeyler seni bozar, bazı şeyler düzeltir,
bazı şeyler hasta eder, bazı şeyler iyileştirir,
tasvir, analiz, muhakeme, anlayış,
elbette bazı şeyleri anlar ve bazı şeyleri kavrayabilirsin,
ama gerçek tüm bunların ötesinde herşeydir,
tasavvur ve tahayyül sınırının ötesinde bilinemez olarak kalır.
Tıpkı Tanrı gibi...
ke

Batı // Alexander Dugin

"Batı, halk değildir. Batı, gayrimeşru uluslararası oligarşi için insanlık üzerindeki küresel hegemonya sistemidir."

"Batı, insanların baş düşmanıdır. Avrupa'nın tarihi, gelenekleri ve kültürü vardı. Batı, bunları yok etti."

"Küreselciler, ABD'yi gasp etti. Yani biz Batı halkına karşı değil, totaliter "liberal" sisteme karşı savaşıyoruz."
Alexander Dugin

Şairler // Andrei Tarkovsky




"Kendi dünyalarını yaratanlar genellikle şairlerdir."

Andrei Tarkovsky

Altın Kuş // Arthur Rimbaud

 

gördüm yıldız yıldız serpilmiş takım adalarını!
ve çılgın gökleri gezgine açılmış adaları;
- milyonlarca altın kuş, ey geleceğin gücü!
bu dipsiz gecelerde mi uyuyorsun sen,
oraya mı sürgün ediyorsun kendini? -

Arthur Rimbaud

Yeni // ke

bence kullandığımız kelimeler önemli, mesela ben neo kelimesinin kullanılmasının doğru olmadığını düşünüyorum, neo kelimesi postmodern süreçte geçmodernliğin yıkıcı unsurlarının kullandığı bir önek, neoliberal, neomuhafazakar gibi.. dünya ticaretinin üçte ikisini ellerinde bulunduran küresel sermayeye biat ediyorlar.. mesela neohippi yerine, yenihippiler denebilirdi, ingilizcede de newhippies.. çünkü postmodernliğin modernliği eleştirmek ve aşmak yönünde de kullanılabilecek bir alanı var.. ben tam olarak modernliğin devre dışı bırakılmasının doğru olmadığını düşünüyorum, modernliğin 'mutlak' belirlenimci bir eğilimi vardı, postmodernlik ise kadın-erkek, doğa-kültür, aşkın-içkin, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi ikiliklerin sorunlu olabildiğini önesürüyor.. bir tarafın aşırı mutlakçı eğilimine karşı diğer tarafın aşırı görelilik eğilimi olduğunu düşünüyorum, ve doğru yaklaşım bunların arasında bir yerde salınıyor bence.. sınırların geçişken olabildiği, silikleşebildiği doğrudur ancak ikilikler fark üzerinden bir olanak alanı yaratabilirler.. postmoden düşünce algılarımızı genişleteyim derken bizi eylemlerimizi muğlaklaştıran bir yere kilitlememeli diye düşünüyorum..


ke

Mutlu Günler Geride Kalmış Gibi // ke

"Kimse dile dökmüyor ama sanki bütün mutlu günler geride kalmış gibi." diyen Servet arkadaşımın sayfasına son günlerde düşündüğüm şeylerin özeti gibi olan bir yorum yazmıştım, belki diğer arkadaşlarımın da ilgisini çekebilir:

Bence bunun sebeplerinden biri, bunun sebeplerini az çok çıkarsamamıza rağmen uygun bir çıkış noktasında elimizin pek sağlam olmaması, çözüm mantığıyla ilgili haklı olarak şüphelere sahip olmamız,
ikinci olarak şundan bahsedilebilir mi, işte bunun tüketim toplumuyla, diyelim uygarlığın yıkıcılığıyla, 'hız'lı ilerleyen bir değişimle, adaletsizlikle, militarizmin hala uygulanabiliyor olmasıyla falan ilgisi olması ancak buna karşı bizlerin ise parçalanmış olmamız,
kolektiflere güvenle ilgili sorun yaşanması, geçmodernlikte modernlikteki gibi merkezi muhalefetin işlememesi çünkü sistemin de merkezi olmaması, mesela eskiden bir genel grevle sistem bir tehdit algılayabiliyorken bugün böyle bir grev olsa dahi sistemin kendini çevirebilecek alternatif ağlara sahip olduğunu söyleyebiliriz.. bu durumda bizim de bir ağa dönüşmemiz, bir ağ örmemiz gerekiyor olabilir, taşıdığı tüm olumsuzluklara rağmen network işimize yarayabilecek bir araç olabilir
bir başka unsuru da sanırım yine modern-postmodern eksende ele alabiliriz (ancak burada postmodernliği geçmodernlikteki yozlaşma olarak değil de, modernliğe eleştiri noktasından ele aldığımızı farzedelim), bu durumda modernlikteki partiler gibi çatı organizasyonları yerine insanları yatay olarak yanyana getirebilecek platformlar düşünmek daha makul olabilir..
zygmund bauman 20. yüzyıl futuristik başladı nostaljiyle bitti diyordu, emin ol ben de bazen sıkıntılarımla başedebilmek için anılarımı kurcalayıp duruyorum, iki türlü hissedebiliyorum, birincisi, bunların geçmişte kaldığına yönelik bir burukluk, ikincisi ise bunları yaşamış olmamızın verdiği memnuniyet.. çünkü güçlü duygularla bağlanan geçmişin şimdiye sarkabilen etkileri olabiliyor..
mutluluk için de, çocukluğu ayırırsak, adorno mutluyum diyen mutluluğa ihanet ediyordur diyordu, mutluluk geriye baktığında anlaşılan bir aura gibidir, zaten geriye doğru baktığımızda belirgin mutluluk anları görmeyiz, daha çok hayatı içtenlikle ve sahici yaşamaya çalıştığımızı görürüz ve bunu da buradan baktığımızda mutluluk olarak algılarız..
şimdi sanırım bizi etkileyen unsurlardan biri yaşamla bu türden ilişkimizin bölük pörçük şimdiler olarak parçalanması ve diğer konularda hissettiğimiz bireysel yetersizlikle beraber 'mutsuz' olmamız, en azından bende böyle oluyor, konu üzerinde oldukça düşünmeye çalışmışımdır, yalnız olmadığıma inanıyorum, selamlar..
(uygarlığın gelişimiyle ilgili yabanıl sitesinde şöyle bir benzetme yapılmıştı, insanlar biraz daha iyisi için gayretlerde bulundular, bu ilk başta bir nehire sırık dikmek gibiydi, ancak zamanla o kadar çok sırık dikilmiş oldu ki nehirde bir set meydana geldi, acaba bizler de o sırıkları sökmeye başlayan insanlar mıyız, ve bu durum artarsa nehir tekrar eski akışına kavuşabilir mi..
bizim nüfusumuzu doğal etmenler dengelemiyor, kültürel etmenlere bağlı, kolektif bir bilinç bunu etkileyebilir, uygun siyasal yöntemler bulabilirsek etkilemekten belirlemeye doğru evrilebilir mi acaba, -bağımlılık sorunum da olduğu için olumsuz duygularımla başedebilmek adına doktora gittiğim için, bana makul bulduğum birşey söyledi, bazı durumlara karşı olumsuz duygular geliştirmek de insanın gerçeğine dahildir, biz böyle durumlarda olumsuz duyguları belki biraz hafifletebiliriz, daha doğru bir ifadeyle, medikal ya da terapi ile danışanın dayanıklılığını artırmaya çalışırız, yalnız değilsin dostum, yalnız değiliz, umarım bu tesbit bir nebze de olsa dayanıklılığımızı artırır,
anlayabildiğim kadarıyla bizi özyıkıma davet eden bazı sebepler de var, savunma mekanizmaları, iyileşme arzusu gibi şeylerde de ortaklaşıyoruz sanırım, belirli bir oranda duyarsızlaşma, hissizleşme biraz işe yarayabilir, bir başka yaklaşım etkin bir mücadeleye dahil olmaktır, bu etkin mücadelenin yöntemlerinden biri iyi düşünülmüş bir pasifizm bile olabilir,
çeşitli toplumsal yaklaşımları hakikatin hepsine talip olarak değil de bir hakikat payı içerdikleri noktasından değerlendirebilirsek, ayrıca (teori yerine sosyal bilimlerde yaklaşım kelimesini kullanmayı tercih ediyorum) her bir yaklaşımın dayanıklı olduğu yerler kadar dayanıksız olduğu yerleri de teşhis edebilirsek ve doğru yaklaşıma yakınlaşabilirsek, bizden farklı ama doğru yaklaşıma yakınlaşabilmiş diğer düşünce sahibi insanlarla aramızda kardeşlik bağı kurulabilir..
burada, tek hakikat bende söyleminden, bir hakikat payı bende söylemine geçebilmenin faydalı olabileceğini düşünüyorum, umarım kafanı ütülemedim, dostça)))

ke

Kerameti Kendinden Menkul Kıymetler // ke

kerameti kendinden menkul kıymetler

kerameti kendinden menkul yaşantılar muhitinde
kerameti kendinden menkul mutluluklar durağında in,
kerameti kendinden menkul yargılar sokağına sap,
kerameti kendinden menkul şekiller apartmanına dal,
daire, fasit daire: kerameti kendinden menkul birey..

ke

Görkemli Dünya // Herman Hesse

"Gözlerim olanla tatmin oluyor, çünkü artık bakmayı öğrendiler"

Herman Hesse, Görkemli Dünya

21st Century Can Burn You // ke


21st century
can burn you
hikayeni biliyorum
kısa hikayeni
camın üzerindeki sinek pislikleri gibi.
bir gün kafan karışacak
neyi niçin yaptığından emin olamayacaksın
belki acı çekmeyi öğrenirsin
ya da eline bir bez alıp o camı silersin
geriye hiçbir şey kalmaz
bak böylesi daha iyi
öyle değil mi?
istersen karşı çık
de ki masal ya bu
anahtarı dışarıda olan
içeri açılan kapı hep açık
10.01

Devrim // Gilles Deleuze

Devrimi beklemeyen, onu önceden betimlemeyen arkadaşlık veya aşk ilişkileri var; onlarda şiirsel hayata özgü bir muhalefet gücü var. Devrimin bugünkü problemi, bürokrasisiz devrimin problemi, tekillikkerin, etkin azınlıkların, mülkiyetsiz ve çitsiz, göçebe bir mekana girecekleri yeni toplumsal ilişkilerdir.

Deleuze

Mesai // ke

Karşılığı ödenmiş çalışma insanlarda bu ödenen karşılıkla (kazanılan parayla) herşeyi yapma hakları olduğu fikrini doğurur. Bu durum da ekolojik yıkımın müsebbiblerinden biridir. Biriktirim kültürü ve uygarlığının mirasyedileri olarak bir koyup hepsini aldığımız, vermediklerimizi aldığımız sistemi sorgulamıyoruz. Bu koşullarda adil üleşim diye birşey olmaz, adil talan diye birşey olur.

Tembellik Hakkı // Paul Lafargue




Dışsallaşmış bir etkinlik olarak işin ortadan kaldırılması, komünizmin en temel özelliğidir. İşin yok edilmesi talebinde, bizzat sözcüğün (işin, satılan, kiralanan emeğin) kendisinin yok edilmesi de yer alacaktır.

Tembellik Hakkı
Paul Lafargue

True Love // ke

true love

artık onun
dudaklarında değil
gözlerinde değil
saçlarında değil
ellerinde değil
bir şiirde
bulabilirsen kendini
ke

Ölümün Zaferi // Gabriele D'Annunzio




Yaşamak istiyorsan gerçeğin, kesinliğin verdiği tiksintiye katlanmasını öğrenmelisin.


Kendi içimizde yaşıyoruzdur. Artık dünya bize, bundan daha önemli bir görünüm, bundan daha sürekli bir zevk vermeyecektir.


Ölümün Zaferi Gabriele D'Annunzio

Wednesday, January 3, 2024

Yeni Kötü Günler // Hal Foster

"Avangart tipik olarak sadece iki şekilde tanımlanır: Radikal bir yenilik konumunda öncü kol olarak ya da statükoyu katı bir şekilde reddetme konumunda direnişçi olarak."...

Yeni Kötü Günler
Hal Foster

Monday, January 1, 2024

Susan Sontag

"Düşünce asla ağır değil, ona eşlik

eden endişe ağır."

Susan Sontag

Rengi Başka Tadı Başka // ke

rengi başka tadı başka

bazıları tehlikeli suları sevmez
gerçekleri kendine uydurur

inmemiştir kıyıya elinde şarapla
çocukluk yıllarında
bizi yoğuran dünya ile
onların var olduğu dünya
ayrı dünyalar
rengi başka, tadı başka

bazen birşey hissedersin
her zaman hissettiğin gibi değildir
birini seversin mesela
başka birini sevmek gibi değildir
isminin bile
rengi başka, tadı başka

gecenin ve gündüzün
coşkuyla yasın
sıcağın ve soğuğun
basitle zorun
kırmızının ve morun
rengi başka, tadı başka

ke

Ölü Sirenler // Edip Cansever

 ÖLÜ SİRENLER

Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
Karıştırdı ortalığı bir süre
Gök akıttı bir parça yağmurunu
Ve deniz kuşları umutsuz
Arıyorken kokularını gölgelerinde
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
Yığılıp kaldı yorgun
Denizin gözbebekleri üstünde.
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
Gökgürültüsünü de barındıran içinde
Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
Tiz bir çıngırağı andıran
Benzeyen zil sesine de
Daha önce unutmuşum gibi denizde
Yankılanıp durdu ara vermeden.
Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
İki tek ağustosu çarpıştıran
Sızdıran kanını bu yaz gününe
Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
Bekletip durdu da acısını bunca yıl
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.
Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
Bilmekti yazgısı ölümünü, gene de
Yıllarca beklemişti kendini
Yeşimden sapı olan bir kılıçla
Bense ne içimi yakan rüzgarı
Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
Bir çürük dişle alnımdaki
İki üç kırışığı yedeğine takmış da.
Özledim ilkelliğimi dalgalarında
Buldum savaşı bitmez derinliklerini
karıştırdıkça bir kargının ucuyla
Gördüm, bekliyordu kendini de o da
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
O turuncu ruh, değişken
İzledim onda ilk oluşumu sanki
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.
İşledim payıma düşen her görüntüyü
Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
Rüzgarın itişiyle kumlarda
Durmadan yer değiştiren
Sayısız siren iskeleti
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
Tarihin onlara bağışladığı
Bu garip raslantıdan
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
Kemikleri som altından.
Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
Tanrım! tunç bir kapı kilidi
Bronz bir sokak
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
Kimbilir kimin külrengi kalbi
Tanrım!
Neden herkes başka tarafa bakıyor
Neden herkes başka biriydi.
Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
Arı kümeleri taşların arasında
Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
Uçuşuyordu da
Ağır ağır yanıyordu da şehir
Yanmayan kadınlar gördüm
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
Bir büyü gösterilirdi
Bir kuyu sezdirilirdi
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.
Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
Edip CANSEVER

Zamanın Kokusu // Byung-Chul Han

"İyi zamana, 'faydasız' şeylerden kurtulmuş bir ruh erişebilir ancak. Ruhu arzulamaktan kurtaran boşluk zamanı derinleştirir. B...