Wednesday, October 30, 2024

Seksus // Henry Miller

Yalnızlık çeken insanlarız, hastalıklı, kaçık bir sürüyüz, gayretli bir çılgınlık içinde, gerçekte düşündüğümüz gibi olmadığımızı unutmaya çalışarak oraya buraya saldıran bir sürü. Gerçekte öyle birlik içinde, öyle birbirine adanmış olmadığımızı, gerçekte öyle bir şeye kulak asmadığımızı, gerçekte bir hiç olduğumuzu, gerçekte bizi hiç ilgilendirmeyen bir denklem içinde görünmeyen bir el tarafından oradan oraya atıldığımızı unutmaya çalışırız.

Seksus // Henry Miller 

Tuesday, October 29, 2024

Gelecekten Sonra // F. “Bifo” Berardi

[panik şehri, insanların birbirine yaklaşması için, kucaklaşmak için ve fısıldanan kelimelerin yavaşlığı ve hazzı için artık zamanın hiç olmadığı yerdir. reklamcılık libidinal dikkati yüceltir ve uyarır, kişiler arası birebir ilişkiler karşılaşma vaatlerini çoğaltır, ama bu vaatler asla gerçekleşmez. arzu anksiyeteye dönüşür ve zaman büzüşür]

'F. “Bifo” Berardi - Gelecekten Sonra'

Sunday, October 27, 2024

Wrong // Deepeche Mode



Yanlış

Yanlış burçla doğdum
Yanlış evde
Yanlış itibarla
Yanlış eğilimleri gösteren
Yanlış yolda ilerledim
Yanlış zamanda yanlış yerde doğdum
Yanlış sebep için ve yanlış kafiye için
Yanlış haftanın yanlış gününde
Yanlış tekniklerle yanlış metodu kullandım
Yanlış
Yanlış
Kimyasal olarak bende yanlış bir şey var
Doğuştan yanlış bir şey
Yanlış genlerdeki yanlış karışım
Yanlış vasatlıklarla yanlış sonlara ulaştım
Bu yanlış plandı
Yanlış ellerdeki
Yanlış adam için yanlış teori
Yanlış ödüldeki yanlış gözler
Yanlış cevaplarla yanlış sorular
Yanlış
Yanlış
Yanlış davula uygun adım ilerliyordum
Yanlış pisliklerle
Yanlış enerjle alay ederken
Bütün yanlış dizeleri kullanırken
Ve yanlış işaretleri
Yanlış şiddetle
Yanlış kitabın yanlış sayfasındaydım
Yanlış bakışın yanlış yorumuyla
Yanlış ayla, her yanlış gece
Doğru sesi çıkarana dek çalan yanlış tonla evet
Yanlış
Yanlış
(Uzun bir süre)
Yanlış
(Uzun bir süre)
Wrong / Deepeche Mode




Saturday, October 26, 2024

Çürümenin Kitabı // E. M. Cioran

Kendime sayısız ilah uydurdum, her tarafta bir sürü sunak diktim ve bir tanrı kalabalığı önünde diz çöktüm. Şimdi,tapmaktan bezdim, payıma düşen sayıklama dozunu har vurup harman savurdum. Ancak soyumuzun mutlaklarına yetecek kaynaklarımız vardır, tıpkı bir ülke gibi bir ruh da ancak kendi sınırları içinde serpilip gelişir: O sınırları aşmanın, sınır belirsizliğini kendime bir vatan ve yabancı tanrıları tapınma nesneleri haline getirmenin, atalarımı dışlayan yüzyıllar önünde diz çökmüş olmanın bedelini ödüyorum. Nereden geldiğimi artık söyleyemem: Tapınaklarda inançsızım ; sitelerde coşkusuzum ; hemcinslerimin yanında meraksızım; yeryüzünde kesinliğim yok; - Bana belirgin bir arzu verin ve dünyayı alt üst edeyim. Her sabah bana diriliş komedisi ve her akşam mezara giriş komedisi oynatan, ikisi arasında da cansıkıntısı kefeninin azabından başka hiçbir şey yaşatmayan o fiiliyat utancından kurtarın beni.... İstemeyi düşlüyorum-ve her istediğim bana paha biçilmez geliyor. Melankoli tarafından kemirilen bir vandal gibi, bensiz ben, hedefsiz yol alıyorum, bilmem hangi köşeye doğru.... Terk edilmiş bir tanrı, kendisi de tanrıtanımaz olan bir tanrı keşfetmek ve onun son şüphelerinin ve son mucizelerinin gölgesinde uykuya dalmak için.

E.M.CIORAN
Çürümenin Kitabı

Pratik // Lokman Kurucu

 Son dört beş paylaşımında kendilerinden alıntı yaptığın felsefeci - düşünürlerin "pratik" ile ilgili düşündüklerinden bir derleme yaptım.

Pratiğin, hayata karışmanın önemi üzerine yapılan tartışmalar, farklı düşünürler tarafından derinlemesine ele alınmıştır. Jiddu Krishnamurti, hayatın anlamını ve insanın içsel özgürlüğünü yalnızca hayata doğrudan karışarak bulabileceğini savunur. Ona göre, insanlar düşünce kalıplarından arınarak, her anın farkında olarak yaşamı deneyimlemelidir. Bu, yalnızca soyut düşüncelerin ötesine geçmeyi, aynı zamanda gerçek ve doğrudan bir eyleme dönüşmeyi gerektirir. Krishnamurti'nin felsefesinde, pratik bir yaşam biçimi, bireyin zihinsel ve duygusal yapısını dönüştüren, dünyaya dair derin bir farkındalıkla birleşen bir süreçtir.
Michel Serres de benzer şekilde, hayata karışmanın önemine değinirken, insanın çevresiyle etkileşimde bulunarak öğrenmesinin altını çizer. Serres, doğayla, toplumla ve teknolojiyle olan ilişkilere dikkat çeker ve bu etkileşimlerin insanın bilgiyi anlamasını ve dünyayı keşfetmesini nasıl şekillendirdiğine vurgu yapar. O, pratik yaşamın sadece bireysel deneyimlerle sınırlı olmadığını, aynı zamanda toplumsal ve teknolojik gelişmelerle iç içe bir süreç olduğunu belirtir. Pratik eylemler, insanın çevresiyle olan bağlarını güçlendirir ve daha derin bir anlayışa ulaşmasını sağlar.
Alain de Botton, felsefenin yalnızca teorik bir uğraş değil, günlük yaşamda da uygulanabilir bir rehber olması gerektiğini savunur. Ona göre, pratiğin hayata karışması, felsefi düşüncelerin kişisel gelişimde ve duygusal zekanın artırılmasında nasıl kullanılabileceğini gösterir. Her anı anlamak ve içsel huzuru bulmak için soyut düşünceleri, günlük yaşamla birleştirmek gereklidir. Bu, bir tür içsel pratiğin dışa yansımasıdır ve insanın yaşamını daha bilinçli ve anlamlı kılar.
Jean-François Lyotard, postmodernizmin etkisiyle, bilgi ve toplumsal yapıların nasıl değiştiğini incelerken, pratiğin hayata karışmasının toplumsal çeşitliliği kabul etme anlamına geldiğini savunur. Lyotard'a göre, pratik eylemler, yalnızca belirli bir doğruluğun ya da bilginin peşinden gitmekle kalmaz, aynı zamanda farklı perspektiflere saygı göstererek çoklu bilgi biçimlerinin ortaya çıkmasını teşvik eder. Bu, pratikteki çeşitlilik ve çok yönlülük, bireylerin toplumsal yapılar içinde daha açık fikirli ve dinamik bir şekilde hareket etmelerini sağlar.
Eduardo Galeano, sosyal adaletin ve toplumsal dönüşümün pratik eylemlerle mümkün olduğunu savunur. Galeano'nun felsefesinde, bireylerin hayatla karışarak, toplumsal yapıların eleştirisi ve değiştirilmesi gerekir. O, hayata karışmanın önemini, özellikle Latin Amerika'daki sosyal adaletsizliklere karşı aktif bir duruş sergilemek olarak görür. Pratik eylemler, sadece bireysel anlamda değil, aynı zamanda toplumların dönüşümünde de hayati bir rol oynar.
John Zerzan, teknolojinin ve modernleşmenin insanları doğadan uzaklaştırmasını eleştirirken, pratik eylemlerin doğal yaşam biçimlerine geri dönüşü sağlamak için bir araç olabileceğini savunur. Ona göre, pratik, sadece bireysel bir dönüşüm değil, toplumların yeniden doğayla uyumlu bir şekilde yaşaması için toplumsal bir devrimdir. Zerzan, pratikteki bu dönüşümün, insanın gerçek anlamda özgürlüğünü ve içsel huzurunu bulmasını sağlayacağını düşünür.
Halil Cibran ise, pratiği hayatla derin bir şekilde bütünleşmiş bir manevi eylem olarak görür. Ona göre, gerçek yaşam, sevgi, anlayış ve empatiyle pratiğe dökülür. Cibran’ın düşüncesinde, hayatla karışmanın önemi, sadece bireysel değil, toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirmemizle de ilgilidir. İçsel huzuru ve anlamı bulabilmek için, insanın tüm pratik eylemleri sevgi ve farkındalıkla şekillenmelidir.
Tüm bu düşünürler, pratiğin hayata karışmasının, bireysel dönüşümden toplumsal değişime kadar geniş bir yelpazede önem taşıdığına işaret ederler.

Lokman Kurucu

Friday, October 25, 2024

Tao The Ching // Lao Tzu

 Bomboş olun. Alabildiğine dingin.

Onbin şey birlikte yükselir;
yükselişlerindendir geri dönüşleri.
Çiçek açarlar şimdi
ve çiçek açarken
kaynağa inerler,
köke dönerler.
Köke dönüş huzurdur.
Huzur: Olması gerekeni kabulleniş,
ebedi olanı bilmek
Bu bilgide bilgelik vardır.
Yoksa, yıkım ve altüst oluş.
Ebedi olanı bilmek
açık yürekli olmaktır,
alicenap,
soylu,
kutsanmış olmak,
sonsuza dek süren yolu,
Tao‘yu izlemektir.
Beden son bulur.
Ama korkacak bir şey yoktur.

Ursula K . Le Guin yorumuyla Lao Tzu Tao The Ching alıntı.

Sisifos Söyleni // Albert Camus




Uyumsuz sanatçı için sorun "yapabilme"yi aşan bir "yaşayabilme" kazanmaktır. Sözün kısası, burada yaşamanın düşünmek olduğu kadar da duymak olduğu anlaşıldığına göre, bu iklimde büyük sanatçı bir büyük yaşayıcıdır. Yapıt bir düşünce dramını cisimlendirir. Dünya apaçık olsaydı, sanat olmazdı.

Sisifos Söyleni
Albert Camus

Monday, October 21, 2024

Aşırı İletken Olaylar // Jean Baudrillard

Çağdaş devrim, belirsizliğin devrimidir.

Bunu kabullenmeye yanaşmıyoruz. İşin paradoksal yanı, daha fazla enformasyon ve daha fazla iletişimle bu belirsizlikten kurtulacağımızı umuyoruz, oysa böyle yapmakla belirsizlik ilkesini daha vahim hale getiriyoruz. Heyecan verici bir ileri kaçış: Tekniklerin ve sapkın etkilerinin, insanın ve klonlarının Möbius şeridi üzerindeki koşusu daha yeni başlıyor.
Aşırı İletken Olaylar // Jean Baudrillard

Sunday, October 20, 2024

Karpuz Şekerinde // Richard Brautigan

Sanırım kim olduğumu merak ediyorsun ama ben sürekli bir adı olmayanlardanım. Adım sana bağlı. Aklından geçtiği gibi seslen bana.

Eğer uzun zaman önce olmuş bir şeyi düşünüyorsan, diyelim biri sana bir şey sormuştu ve sen de cevabı bilmiyordun.
İşte benim adım o.
Belki çok sıkı bir yağmur vardı.
İşte benim adım o.
Ya da biri senden bir şey yapmanı istemişti. Sen de yapmıştın. Sonra dediler ki yaptığın şey yanlış “hatam için üzgünüm” dedin ve başka bir şey yapmak zorunda kaldın.
İşte benim adım o.
Belki çocukken oynadığın bir oyundu ya da yaşlanıp da camın kenarında otururken, aklına öylesine gelen bir şey.
İşte benim adım o.
Ya da bir yerlere yürüdün. Her yerde çiçekler vardı.
İşte benim adım o.
Belki bir nehre bakakaldın. Yanında seni seven birileri vardı. Neredeyse dokunacaklardı sana. Daha onlar dokunmadan hissetmiştin bunu. Sonra dokundular.
İşte benim adım o.
Ya da birilerinin çok uzaklardan seslendiğini duydun. Sesleri neredeyse bir yankıydı.
İşte benim adım o.
Belki uzanmıştın yatakta, uykuya dalacaktın neredeyse ve birden bir şeylere gülmeye başladın, kendinle ilgili şakaya, günü bitirmek için güzel bir yol.
İşte benim adım o.
Belki gece yarısıydı ve ateş, ocağın içinde bir çan gibi çaldı.
İşte benim adım o.
Ya da belki o kadın o lafı edince sana, kendini kötü hissettin. Başka birilerine de anlatılabilirdi: sorunlarını daha iyi bilen birine.
İşte benim adım o.
Belki de alabalıklar yüzüyordu su birikintisinde ama nehir sadece sekiz santim enindeydi ve ay ÖLÜM’ün üzerinde parıldıyordu ve karpuz tarlaları alabildiğine ışıldıyordu, karanlık ve ay her bitkiden doğuyor gibiydi.
İşte benim adım o.
Karpuz Şekerinde
Richard Brautigan

Saturday, October 19, 2024

Siyah Giy! // ke

Siyah Giy!

(Yankı gibi söylenen kendine.)
(Beterin beteri var.) (Dokun ona. Sus.) (Yine
beceremedin.)
(En son ne zaman ateş yaktın, arınık olanı saran
o serin ateşi?)
(Ensenden kırbaçlayan zaman silinmişti. Bulutlardı
geçen zaman değil.)
Lost over Lost
Artık, yalnız şeytan ıslık çalıyor,
Duyuyor musun?
Zeki zoka,
Hazır bahanen,
Ne var, hem yoka,
Zula, günahkar, kıvanç,
Kan, ar, utanç,
Duydun mu Hacı,
Dikeni temiz yedi'li,
Güya rüya,
Bizi çağırıyor.
Trajedi! Elbette!
Seninle bin yıl yaşardım.
Anlamaya çalışma, lütfen, sadece, siyah giy.
('Dokunamadığın noktalardan gelir sana
yaşamının anlamı.')
köksal erdenoğlu / entropim, o pimi tanrı mı çekti (şiirden yay.)

Friday, October 18, 2024

Nihai Istırapların Sığınağı // Ludwig Wittgenstein

İnsan bedeni, insan ruhunun en iyi resmidir.

Deha, cesaretle uygulanan yetenektir.
Dünya gerçeklere ayrılır. Gerçeklerin mantıksal bir resmi bir düşüncedir.
Felsefe için geriye kalan tek görev dilin analizidir.
Tanrıya inanmak hayatın bir anlamı olduğunun farkına varmaktır.

Din yalnızca sonsuz yardıma ihtiyacı olan, dolayısıyla yalnızca sonsuz bir ihtiyaç hisseden kişi içindir. Tüm gezegen tek bir ruhtan daha büyük bir ıstırap içinde olmaz. İnanç benim görüşüme göre bu nihai ıstırapta bir sığınaktır. Bu ıstırap içinde kalbini daraltmak yerine açması için verilen kişi, kurtuluşun araçlarını kalbinde kabul eder.
Gerçekten dindar bir insan için hiçbir şey trajik değildir.
Nihai Istırapların Sığınağı
Ludwig Wittgenstein

Thursday, October 17, 2024

Dancing in Colombia // Fernando Botero - 1980

 


Bu Çağın İnsanı




"Bu çağın insanı mutluluk sorusunu kendine asla sormaz. Bu soru onun kendi var oluşuna ilişkin başka soruları ortaya dökecektir çünkü. Her şeyden önce oluyor olması, kendi oluşuna bakabilmesi gerekir. Oysa o taş kesilmiştir. Nasıl mutlu olunur bilemediğine ve mutlu olamayacağına göre eğlenmelidir. Varlığını başka türlü yakalayamaz. Yalnızca oturup televizyon izlemek değil, onun yaptığı, yöneldiği hemen hemen her şey eğlenme arzusunun bir sonucudur: Hırsları, dedikoduları, hırsızlıkları, cinayetleri, çiftleşmeleri, tutkuları, kıskançlıkları, kariyer merakı, bilgi arşivciliği, yardımseverliği, uzmanlığı, üremesi, saldırıları, ibadetleri, meşguliyetleri… İnsan kendini kendinde değil korku ile eğlence arasındaki o korkunç salınımda kurar."

"İnsan türü canlı mı? Çünkü ondan hiç ses gelmemektedir ve neredeyse hiç kıpırdamaz. Muhtemelen gözleri yoktur, bu yüzden bir yön duygusu geliştirebilmiş değildir. Ağacın kuruyuşunu duymaz, karıncanın yol alışını görmez. Zayıflığını güce taparak telafi eder. Hep bir şeyin uzantısı hep bir şeyin görüntüsü, hep bir şeyin temsilidir. İyi yurttaşın, belirli bir ahlâkın, dinin, milletin, falanca kimliğin bir örneği. Yaşamayan şeyler başka şeylerin nasıl farkında olacak? Adaleti, sükûneti, neşeyi, özgürlüğü nereden bilecek?"

İçgüdü // Albert Camus

Ama her insanda derin bir içgüdü vardır ki, ne yıkma içgüdüsüdür ne yaratma içgüdüsü. Hiçbir şeye benzememek söz konusudur.

Albert Camus

Vermek // Halil Cibran

Vermek // Halil Cibran

sahip olduklarınızdan verdiğinizde,
çok az şey vermiş olursunuz; gerçek veriş, kendinizden vermektir. çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız olabilir
diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?
ve yarın, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini,
iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?
ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka bir şey değil midir?
kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak,
tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?
çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar,
ki bu da armağanlarını yararsız kılar.
ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler.
bunlar hayata ve hayatın definesine inananlardır,
ve kasaları hiç boş kalmaz.
bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.
bazıları ise ızdırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.
ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler,
ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar;
onlar, şu vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler.
böyle kişilerin ellerinde tanrı dile gelir ve
onların gözlerinden tanrı, dünyaya gülümser.
istendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat
istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır.
ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak,
veriş olayından daha fazla sevinç getirir.
vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?
sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.
öyleyse şimdi verin ve vermenin hazzını
mirasçılarınız değil siz yaşayın..
çoğunlukla şöyle dersiniz:
‘vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.’
ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür,
ne de çayırdaki sürüler.
onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler.
herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden
bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.
ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan,
sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir.
faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve
güvenden daha büyük bir değer var mıdır?
ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak
gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da
onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını
utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?
önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve
verme olayında bir aracı olarak görün.
çünkü gerçekte her şeyi veren hayattır
ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde,
sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.
ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz, ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için,
hiç bir minnet hissi taşımayın.
bunun yerine, armağanları kanat yaparak,
verenle beraber yükselin;
çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak,
annesi özgür yürekli dünya,
babası evren olan cömertlik olgusundan
şüphe etmek demektir…

Boncuk Oyunu // Hermann Hesse


"Ah, keşke insan bilen biri olabilseydi!" diye sesini yükseltti Knecht. "Bir öğreti olsaydı ortada, insanın inanabileceği bir şey olsaydı! Her şey çelişiyor birbiriyle, her şey birbirinin yanından, birbiriyle ilişkisiz kayıp gidiyor, hiçbir tarafta bir kesinlik yok.”
Tanrı senin içindedir, kavramlarda ve kitaplarda değil.
İki insanı birbiriyle her şeyden kolay dost kılacak bir şey varsa, o da müziktir.
Bundan böyle bir gitmenin değil, götürülmenin, özgürce kendini aşmanın değil, ortada dikilen birinin çevresinde mekanın dönüp durmasının sözü edilebilse de, erdemler varlığını sürdürüyor, değerini ve büyüsünü koruyordu; hayır değil de evet demelerde, kaçmalarda değil de itaat etmelerde yaşıyordu erdemler, belki biraz da kendi başına buyruk ve etkin davranıp düşünmelerde, yaşamı ve kendini aldatışları bağımsızlık ve sorumluluğa benzeyen bir serap gibi yoklayıp sınamadan kabullenişlerde, belirsiz nedenlerden dolayı bilmeden çok eyleme, düşünsellikten çok içgüdüselliğe yatkın biri olmada sürdürüyordu yaşamını.
Ölüm denen şey belki de bir ara, kısa süreli bir mola, bir oh deyişti , ama ardından yola devam edilecekti tekrar, yaşamın esriklik ve umutsuzluk dolu çılgınca oyununda yeniden binlerce figürden biri olunacaktı. Ah, hiçbir şeyin işi bitmiyordu, son diye bir şey yoktu.

 Hermann Hesse // Boncuk Oyunu

Theo'ya Mektuplar // Vincent Van Gogh




Sevgili Theo,

Doğru olan ne varsa, dürüst olan ne varsa, haklı olan ne varsa, saf olan ne varsa, güzel olan ne varsa ve erdem varsa ve övgü varsa bunlar üstüne düşün...
Aydınlığı, özgürlüğü ara, yaşamın kötülükleri üstüne fazla derinden kafa yorma...
Vincent Van Gogh / Theo'ya Mektuplar

Wednesday, October 16, 2024

Nakaratlar // Felix Guattari

Karanlığın içinde bir çocuk, korkuya kapılmış, şarkı söyleyerek kendi kendini teskin ediyor. Adımlarını şarkısına uydurmuş yürüyor, duruyor. Kaybolmuş, sığınmaya çalışıyor bir yerlere ya da minik şar­kısıyla iyi kötü yönünü bulma çabasında. Şarkı, kaosun bağrındaki istikrarlı ve sakin, isdkrarlılaştıncı ve sakinleştirici bir merkezin eskizi gibi. Çocuk şarkı söylerken bir yandan da sıçrıyor olabilir, yürüyüşünü hızlandırıp yavaşlatıyor olabilir; ama şarkının kendisi zaten bir sıçrama: kaostan kaosun içindeki bir düzen başlangıcına sıçrıyor, her an paramparça olabilir.

Nakaratlar
Felix Guattari

Sunday, October 13, 2024

Günlerin Köpüğü // Boris Vian

- Siz ne iş yaparsınız? diye sordu profesör

- Birtakım şeyler öğrenirim, dedi Colin. Ve de Chloe’yi severim.
'Kendini gereksiz yere,
Gereksiz zamanlarda,
Gereksiz şeyler için yoruyorsan,
En gerekli zamanda,
En değerlinin sadece "kendin" olduğunu,
Çok gereksiz bir acıyla anlarsın.'
Doğal halim böyle. Tam olarak deli sayılmam, ama rahatsızım.
- Daha önce sana, seni bütününle ve ayrıntılarınla sevdiğimi söylemiştim.
- Korkunç bir şey bu.
Aynı zamanda hem umutsuz hem de feci derecede mutluyum.
Bir şeyi bu denli istemek çok güzel bir şey.
Günlerin Köpüğü
Boris Vian

Thursday, October 3, 2024

Cahit Koytak


bütün hikâyeler aşk hikâyesidir
bütün hikâyeler incelir, incelir,
hafifleşir, latifleşir
Tanrı'nın büyük hikâyesiyle birleşir, bütünleşir.
kendi kendini yazan şiir midir hayat?
kendi kendini çığıran şarkı mı?
kendi kendini yiyip bitiren
düşünce midir yoksa?
ya da kendi kendini gören rüya?
hızlı hızlı da yürüme böyle,
ritmi yakalayacağım derken
ezgiyi kaçıracaksın!
Cahit Koytak

Yürek Söken // Boris Vian

Tanrıya şükür... İyi dostlarım var. Az ama beni destekleyen!

Sağduyudan daha şiirsel olan hiçbir şey de yoktur.
Başkalarıyla ilgilenmezsem, kimle ilgilenebilirim?
"Kendinizle elbette" dedi Angel.
Boşluk olduğumu pekala biliyorsunuz.
"Nedenini kendinize sorsaydınız ya! Bu bile birazcık dolmanız için yeterli olurdu."
Acı gibi yararsız bir şeyin, hangileri olursa olsun, ne üstüne olursa olsun ve kime olursa olsun, haklar kazandırabileceğini kabul etmiyorum.
Acılar da yararsız değildir ama gerçekte, beni yalnızca bu acının gizli nedenleri tedirgin eder.
İnsanın gözleri, önlerine gözkapakları indi diye kapanmaz. Kapakların arkasında gözler hep açıktır.
Açık bir kapının ağzına bir kaya yuvarlasanız, kapı bu yüzden kapanmaz.
İşte müzikle karanlık böyle etkiler insanı; el ele verince yumuşar ve kanayan ruhunuza derman olurlar.
Hızını arttırdı ve kendini birdenbire gölgede buldu, çünkü güneş ışınları onu izlemeyi başaramıyordu artık.
Yürek Söken
Boris Vian

Mistik ve Şizofren

doğu ve batı diye genellemeler yapmak riskli olsa da bana doğu derinlikle, batı yükseklikle ilgiliymiş gibi geliyor. Yine bir genelleme yapacak olursak batının düşünce yöntemine analiz, doğununkine tanıklık denebilir.
Tasavvufta ele alınan görüşlerden biri de:
Mistik ve Şizofren

"Herkes farklı hayatlara sahip olsa da insanlar sosyal hayat alanlarında birbirlerine aynı sosyal tavır ve adetleri takınır. Bu toplumun yonttuğu ya da kollektif bilinçaltının dikte ettiği kültürel durum insanlara aynı havayı solutur. Mistik ve şizofren bu bütünlüğün gerçek insani değerlere kapalı, sadece, hissedilen şeyin yobazlığa ve travmaya yol açabilen, sahte, düşsel, hassasiyeti tüketen ya da bir savaş yumuşatma aracı kadar rolü olan ahlaki normların kontrol mekanizması olduğunu ve hakim paydanın güç eksenli bir yaşam kültürü dayattığını bilir. Şizofren Tanrının parçalara ayırdığı gerçeği tek tek parçalarda görüp tükenirken mistik parçalardaki bütünden doğar. Aşklarını aynı çizginin iki yönünde bulurlar: Tanrı ve insan. Mistik Tanrının adını insana söylerken, şizofren insanın adını Tanrıya söyler. Mistikler insandan kopmadan Tanrıyı, şizofrenler Tanrıdan kopmadan insanı aşk edinmişlerdir. Tasavvufta ilki sahv, ikincisi sekr halidir." 




Tuesday, October 1, 2024

Yakın // Kut Arayana Kılavuz / Oruç Aruoba




Kut, yalnız gecendedir- ama O'nunla dopdolu...

Kut, karanlık içinde beklediğin aydınlanmadır.

Kut, bazen, elini sürmeye bile cesaret edemediğin -sana korku bile veren birşey: 'Sen bunu, eline, alabilir misin?' -Sen ile O- olabilir mi?...
Kut aykırılığı duyumsanan uyumdur.
Kut aykırı uyumdur-
uyumlu aykırılık...

Kut, aslında büyük bir düzensizlik olması gerekende, birden, aniden, gördüğün düzendir - kendin de şaşarak bütün o gördüklerinin nasıl olup da öylesine bir düzen gösterebildiklerine...
Kut, göremediğin, gördüğünde de, şaştığın düzendir.
Kut, şaşırtıcı düzendir.

Kut, yavaşça bulutların altına inen güneştir:
-yavaşça gözünü aydınlatan...

Kut, yağmurdur:-
'her damlasında güçlenen-
her damlasıyla, bulutların da üstünden,
seni, çağıran'...

Kut, anlamlı bulduğun, değer verdiğindir.

Kut, korunandır: korunması gereken - istediğin; korumadan edemeyeceğin...
Kut, aldırmazlık edemediğin;
önemsiz sayamayacağın; değerini gözardı edemeyeceğindir-
aldırdığın, önemsediğin, değerini bildiğin...

Kut, dünyanın dağınıklığını toparlayandır-
bölük-pörçüklük içinde, bütünlüğü kuran.
Kut toparlayan ve kurandır.

Kut, dünyanın tüm keşmekeşine karşın, bir an oluşuveren bir sessizlikle gelen dinginliktir.

Kut, boyuna dağıttığın
hep de toparlamak
zorunda olduğundur.
Kut, zaman zaman savsakladığın; ama, her savsakladığın zaman, önemini ve değerini hemen anımsadığın - kendisini sana hemen anımsatandır:-
Kut, unutamadığındır.
Kut, ayıklayabildiğindir:
ağırlıksız, önemsiz ve değersiz yaşadıklarını
bir yana atabildiğinde,
geriye kalan...

Kut, mumundur
Seni aydınlatan...

Kut, sensindir.

Oruç Aruoba / Yakın

Tam Ekran // Jean Baudrillrd




'nefreti bütün ikircikliğiyle alacakaranlıkta ortaya çıkan bir tutku gibi almak gerekir - aynı zamanda toplumsallığın, ötekiliğin, çatışmanın ve son olarak da genelçekime bağlı çöküş tehdidi altındaki sistemin kendisinin hoyratça ortadan kalkışının hem semptomu hem de yaratıcısıdır.'

'J. Baudrillard - Tam Ekran' 

Yan Değiniler // Ludwig Wittgenstein

Kendine bak - kendini hiçbir zaman anlamayacaksın. Çünkü kendini bir dizi tasarım içinde görüyorsun, sonunda da dağılıp gidiyor hepsi. Çünkü...