Friday, August 30, 2024

Reiner Maria Rilke

Dünyanın zekasına teslim olursak, ağaçlar gibi kök salabilirdik.

Bırak hayat senin başına gelsin. İnan bana: hayat her zaman haklıdır.
İzlenimler sayesinde insan kendisini biriktirir; orada konuşan ve çene çalan gösterişçi kalabalık arasından kendisini tekrar kazanır ve sonsuzlukta varolan bir kaç şeyi yavaşça farketmeyi öğrenmeye başlar.
İnsan içinden bir şey verirse o ufak ya da büyük olmaz, gerçek olur.
Aşk, iki yalnızlığın birbirine dokunması, birbirini koruması ve selamlamasıdır.

İnsanı şu zavallı gösteri dünyasına malzeme olmaktan kurtaracak şey, görkemli bir yenilgidir.

Reiner Maria Rilke

Thursday, August 29, 2024

Başkaldıran İnsan // Albert Camus

İnsan olduğu biçimi ile yadsır dünyayı, ama ondan ayrılmaya da yanaşmaz.

Her anlamsızlık felsefesi, sırf kendini dile getirdiği için, bir çelişki üzerinde yaşar. Böylece az da olsa bir tutarlılık verir tutarsızlığa; düzensiz, bağıntısız olduğunu belirttiği şeye geçerlilik kazandırır. Konuşmak düzeltmektir. Sessizlik de bir anlam belirtmeseydi, anlamsızlık üzerine kurulmuş tek tutarlı tutum sessizlik olurdu.
Efendiye karşı çıkan köle değildir yalnız, efendi ve köle dünyasına karşı çıkan insandır da.
İnsan tümden suçlu değildir, tarihi başlatmamıştır; tümden suçsuz da değildir, tarihi sürdürmektedir.
Marx, görünüşler ne olursa olsun, emekçi için zenginliği, para zenginliğini değil, serbest zaman ya da yaratma zenginliğini isterken insan soyluluğunu istiyordu.
Başkaldıran insan kutsalın öncesinde ya da sonrasında yer alan, bütün yanıtların insansal, yani usa uygun olarak belirlenmiş olduğu bir düzen isteyen insandır.
Başkaldırı, haklarının bilincine varmış, bilinçli kişinin işidir.
Başkaldırı ilk değeri bütün insanlar üzerine kuran bir ortak noktadır. Başkaldırıyorum, öyleyse varız.
Sanat ve başkaldırı ancak son insanla birlikte ölecektir.
Başkaldıran İnsan // Albert Camus

Wednesday, August 28, 2024

Zamanımız // ke

Zamanımız çürüyen bedeni cilayla mumyalanmış ceset gibi, yapay, sanal, inorganik, imaj imgeye galebe çaldığı için çakma, algılarla oynandığı için sahte, hız yüzünden yüzeysel, anlam yitimi yüzünden hafif, sorunları ağır. Böyle olsa bile çürüyenin üzerindeki küfler yeni hayat biçimleridir diyor Oruç Aruoba...

Dont Stop Believing!


ke 

Sunday, August 25, 2024

İsmail // Daniel Quinn

"Bırakanlar'ın son üç milyon yıldır canlandırmakta olduğu hikaye ise fethetmek ve yönetmek üzerine kurulu değil. Bu hikayeyi canlandırmak Bırakanlar'a güç vermiyor. Onlara verdiği şey tatmin edici ve anlamlı yaşamlar. Yanlarına gittiğin taktirde göreceğin şey de bu. Onlar hoşnutsuzluk ve isyan ile dolup taşmıyor, neye izin verilsin ne yasaklansın diye durmaksızın ağız dalaşı yapmıyor, birbirlerini doğru biçimde yaşamamakla suçlamıyor, birbirlerinden korkmuyor, hayatlarının boş ve amaçsız olduğunu düşünerek kafayı oynatmıyor, günün sonunu getirebilmek için kendilerini uyuşturmuyor, tutunabilecekleri bir dal bulabilmek için her hafta yeni bir din çıkarmıyor, hayatlarını yaşamaya değer kılacak bir inanç veya herhangi bir şey peşinde koşmuyorlar. Ve, tekrar ediyorum, bunun sebebi doğayla iç içe yaşamaları, resmi bir devletlerinin olmayışı veya doğuştan soylu oluşları değil. Tek neden insanlar için uygun, işe yarar bir hikaye canlandırıyor oluşları; bu öyle bir hikaye ki üç milyon yıl boyunca işe yaramış ve Alanlar'ın ırzına geçemediği yerlerde hala da işe yarıyor."

İsmail
Daniel Quinn

Friday, August 23, 2024

İnişlerim Çıkışlarım // Fikret Kızılok

Ben'le ilgili olarak Fichte Ben=Her şey demiş, Schelling gelip onu düzeltmiş, Her şey=Ben, bir başka düşünür ise Ben bir şeydir ama her şey değildir demiş. Oruç Aruoba, Benlik tüm yaşantıların toplamıdır diyor. Biz bir de bir sanatçıya kulak verelim, Fikret Kızıloktan:

İnişlerim çıkışlarım
O kendimden kaçışlarım
Gidişlerim dönüşlerim
İçimdeki sır
O kısır döngülerim
Şarkılarım sancılarım
Kadınlarım hüsranlarım
Dostluklarım acılarım
İçtiğim su
O pusu duruşlarım
Yarım kalan sevgilerim
Uyanmamış sabahlarım
Perdesiz gecelerim
Paramparça oluşlarım
Yalanlarım yanlışlarım
O arkamdan bakışlarım
Kendime geç kalışlarım
İçtiğim su
O pusu duruşlarım
Yokuşlarım kalışlarım
Umutlarım kaygılarım
İnançlarım gözyaşlarım
Ben miyim bu şarkıdaki satırlarım



Wednesday, August 21, 2024

Pandanın Başparmağı // Stephen Jay Gould

 Bu gezegen değişmez bir kütle çekim yasası uyarınca yörüngesinde dönüp dururken, bazı içkin yeteneklerin başlangıçta birkaç ya da tek bir formda canlandığı ve bunca yalın başlangıçtan, sonsuz sayıda en güzel ve en hayranlık uyandıran yaşam biçimlerinin evrilmiş ve evrilmekte olduğu bu yaşam görüşünde bir görkem vardır.

'Gen bencildir' diyen Dawkins genlere ne denli güç atfetmek isterse istesin, bir şey var ki, onlara veremez- doğal seçilimce doğrudan görülmelerini sağlayamaz. Kısacası, seçilim genleri göremez ve aralarında doğrudan seçme yapamaz. Bedeni aracı olarak kullanmak zorundadır.
Eğer uzak geçmişte kalmış bir büyükbabanın büyükbabasının izlerini küçük bir deniz aşırı köyde ortaya çıkarmak bize görevini yapmışlık duygusu veriyorsa; daha gerilerde Afrika maymununa, bir sürüngene, bir balığa, omurgalıların atasına, tek hücreli ataya ve hatta yaşamın kendisinin kökenine inmek gerçekten nefes kesici olabilir.
Doğa olağanüstü bir lehimcidir; tanrısal bir yaratım ustası değil.
Evrimin kanıtı, kusursuzlukta değil, evrim tarihini gözler önüne seren kusurlarda yatmaktadır.
Kusursuz tasarım, evrimi savunmak için kötünün kötüsü bir savdır; çünkü gücü her şeye yeten bir yaratıcının yapması gerektiği düşünülenin taklididir. Evrimin kanıtı garip düzenlemeler ve güldüren çözümlerdir -aklı başında bir Tanrının hiçbir zaman adım atamayacağı; fakat doğal bir sürecin, tarih zoru altında ister istemez izlediği yollardır bunlar.
Pandanın Başparmağı
Stephen Jay Gould
[[Kitapdışı not: Darwin canlılar arasında olanları doğanın kendi bilinçsiz değişim gücüne bırakırken; ona çaresizce kendi mantığını uydurmaya, algılarının yettiği kadarıyla açıklamaya çalışanlar, ya delirdiler, yahut öldüler.]]
Tüm ifadeler:
Bahadırhan Güler ve 3 diğer kişi

Sessizliğin Anarşisi // Işık Ergüden

 

"Kendini bilmek" kendindeki boşluğu görmektir.

Herkesleşenler, herkesleşmenin huzuru ve güveni içinde mutludur artık.
Umutsuzluk özgürleştirebilir.
İntihar etmeyip yaşıyor olmak; hayatın en büyük ve en basit gerçeği. Bu dünyayı ve bu varlığı değiştirme arzusu ile gündelik hayatı, olduğu gibi, geldiği gibi kabullenmenin, sürdürüyor olmanın zorunlulukları (içgüdü, istek, arzu, irade) ve zorlukları arasındaki gerilim; bu yüzyılda, kişiyi ve isyanını var kılan yegâne imkân.
Sessizliğin Anarşisi
Işık Ergüden

Tuesday, August 20, 2024

Dalgalar // Freidrich Nietzsche

Deniz kıyısında oynuyorlardı, sonra dalga geldi ve oyuncaklarını ellerinden alıp derinlere çekti. Şimdi ağlıyorlar. Oysa aynı dalga yeni oyuncaklar getirecek onlara ve rengarenk deniz kabukları yağacak önlerine!

Friedrich Nietzsche 

Monday, August 19, 2024

Oğuz Atay // Hasip Akgül

Oğuz Atay / Hasip Akgül

...
Oğuz Atay; değişen, değişmekte olan bir toplumun sancı ve acılarının ifadesinin dilini bulmuş, bu dilin geniş yatağını oluşturmuş bir edebiyatçı bir kaynak olarak kabul ediliyor günümüzde. Bu
noktada Victor E. Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabında karşılaştığım bir Latince özdeyişi buraya aktarabilirim: “Affectus, qui passio est, desinit esse passio simulatque eius clarambet
distinctum formamus ideam.” Yani “Acı duygusu buna ilişkin net ve kesin bir tablo oluşturduğumuz an acı olmaktan çıkar.” Atay’ın “neşesi” diyorum. Oğuz Atay’ın oyun, ironi, mizah ve neşe ile dolu
dili, derinlikli düşünsel dünyası, bütünü oluşturan zekâ dolu kurguculuğu onu yalnızca Türk değil dünya edebiyatında da önemli bir yere taşıyor.
“Oyun”, ilk anda ciddiyetten ve gerçeklerden uzaklığı
anlatan hafif bir şey gibi durmasına rağmen yaşamsal değere sahip bir kavram. Zaman ve mekân arasında sıkışmış insan varoluşunun en büyük kurtarıcısı onun içindeki “oyun” isteğidir. Gerilimden
kurtulma, zararlı durumlardan kaçma, okşanma gereksiniminin karşılanması, yerleşmiş bir dengeye ulaşılması ve bunun korunması gibi büyük kazanımları sağlayan “oyun”un bu kadar hafife alınması
şaşırtıcıdır. Oyun’a dair bu genel tutuma karşın, insanın toplumsal ilişki ve zaman düzenleme biçimiyine de oyun’dur. Bilinçli ya da bilinçsiz girilen ve girildiği andan başlayarak evrensel kurallarına
hiçbir zorlama olmadığı halde kendiliğinden uyulan bir etkinlik biçimidir o. Oyun, insanı eski paternlerden kurtaran bir “taze düşünme”, “yeni olanı eyleme” biçimidir. Oğuz Atay’ın yaşamla
kozmik zaman ve uzam arasında oyun denilen (bir şeyler yok edilirken bir şeylerin var edilmesini sağlayan kozmik dans da diyebileceğimiz) o karmaşık ilişkiyi çoğaltan ve metinlerinin bizzat
yazılışındaki oyun süreçlerini açık ederek hayatı da oyunlaştırmaya çalışan yanıyla son derece evrensel bir yazar olduğu açıktır.
...

Sunday, August 18, 2024

Kürd Sorunu

"Sorun, kriminal değil, sosyo-kültüreldir. Kürt Sorunu, “problemin problemi” olarak demokrasi, eğitim, dil, refah, kültür, şehir, uygarlık, kimlik, yönetim, insan, felsefe gibi binlerce problemle iç içe geçmiş bir arketipsel zihniyet sorunudur."

Saturday, August 17, 2024

Gelecekteki İlkel // John Zerzan

Tahakküm altında geçen bir yaşam ve ki­fayetsiz bir gerçeklikle bu yaşamı idame ettirmenin anlam­sızlığı nedeniyle hissedilen ve aynı bağımlılık anlayışının genellikle dizginlediği sınırsız bir öfke ile atbaşı giden derin boşluk duyguları, bir narsistin belirgin niteliklerini oluştur­maktadır.

Eğer bugünkü karabasan içinde her birimizin kendi korkuları ve sınırlama­ları varsa, bu durum, bütünün önceliğini ve bu bütünün her birimizdeki uzantısını es geçen bir kurtuluş yolunun olmadı­ğını gösterir.
Ne var ki, içinde bulunduğumuz bu sıkıntılı çağda, di­li, tarafsız, tehlikesiz ve kaçınılmaz bir oluşum olarak gör­mek yerine, dilin hangi nedenlerle ortaya çıktığını ve ne tür niteliklere sahip olduğunu yeniden değerlendirmek zorun­dayız.
Gelecekteki İlkel
John Zerzan

and after all we are only ordinary man // ke

and after all we are only ordinary man
müziği açıyorum, yatağa uzanıyorum, anılarımı kurcalıyorum, oh mu yazsam, of mu yazsam bilemedim; çocukluğumun ilk anıları misket dünyasından, önce tek renk misketler vardı, alacalı alman misketleri ve yanardöner misketler katıldı kervana, dizilmiş olan misketleri vurmak için biraz daha büyükçe bir misket olurdu, arka bahçede kuyu oynardık, iki kişinin birer misketle oynayabileceği bir oyundur, kuyudan bir karış açılıp birbirinin misketini vurursun, elbette misket vurma becerisini kazanmak gerekiyor.. sokakta canlı bir misket borsası vardı..
misket dünyası bitti, pul dünyası başladı, pullar da sihirli nesnelerden olsa gerek, evden para çalardım, okulun karşısındaki incik-boncuk-oyuncak satan dükkandan pul alırdım, bir pul defterinden seçerdim, kendi defterlerim de (biri babamdan bana kalmıştı), o defter de sihirliydi..
alt katta oturan kuzenimin (dostluğumuz 40 yılı geçti) 20 kadar küçük arabası vardı, arada bir onlarla oynardık, bibip sakızından çıkan araba resimleri olurdu.. nasıl bir büyüye sahiplerse..
bisiklet ve commodore 64 alındığında sevinçten havalara uçmuştum, en son 2000 yılında bir HP bilgisayar alındığında da keyfim yerindeydi, şimdi son model bir araç alsam hissedemem o duyguları..
İlkokuldayken yücel diye bir sıra arkadaşım vardı, lorel hardicilik oynardık, ben lorel olurdum,o hardy, o kadar çok benziyordu ki ona oynarken mest olurdum..
durumumuz ortanın üstüydü ama tutumluluk esastı, muz arada bir girerdi eve, bu yüzden de kıymetli olurdu. bisküviler metal kutuların içinde kiloyla satılırdı.
basketbolu da çok severdim ergenken, nasıl bir kafa haliyse kışın bile cezbedebiliyordu bizi.. bizim sokakta bir pota vardı, doğurtmaca diye bir oyun oynardık, sırayla potaya atıyorsun, son sıradaki basket atarsa başa dönüyordu ve ben o son sıradan basket atmada iyiydim.. kolasına oynardık, günde 2 litre kola içtiğimi anımsıyorum..
derken kolej yılları, biz sınavla giren son devreydik, son modern devre, bizden sonra paralı hale geldi.. lisede teşekkür alanları bir sınıfa almayanları ayrı bir sınıfa yerleştirdiler, ortasonda pek sallamadığım için teşekkür alamamıştım, neyse, lisede gözümü hababam sınıfına açtım.. lisede tüm sınıfların aynı anda girdiği genel sınavlar olurdu, matematikte yüz alırdım, bonus varsa yüz üzerinden yüz on.. iyi hissettiriyor..
babamla amcam dedemin kurduğu nakliye şirketinin ortaklarıydı.. genelde resmi kurumların nakliyat işini ihaleyle üstlenirlerdi.. deposu da vardı, bir çocuğun ilgisini çekebilecek şeyler de gelirdi, mesela emlakbankın ağaçkakan kumbaraları vardı, bir kaç tane yürütüp eve getirmiştim.. anı makinesi orayı da anılara dönüştürmüş..
ilk gençliğime gelince, fırtına gibiydi, bir çekmece dolusu fotoğraf var.. bir düzine yakın arkadaşla sokaktaydık, eylem olduğunda alanlardaydık, ortak mekanımız olan barlardaydık.. ilk aşkımla 30 yıldır arkadaşız.. bit pazarından aldığım iki kadife ceketi on yıl kadar giydim..
iki dedemin yaşadıkları yerler, karadenizde bir köy ve yalovada ne çok anım var.. tatil yerlerine gitmek yerine buralara gitmeyi tercih ediyorum..

ailem, dostlarım, opium, klinikler, okullar, kitaplar, çizgi romanlar, çizgi filmler, muppet show, sinema, sevgililer, platonik aşklar ve olmazsa olmaz olan şarkılar, türküler.. 

ke

Sosyalleşme Puanları // ke

sosyalleşme puanları:

"beğen" ve diğer imojier 1 puan
yorum yazmak 2 puan
mesajlaşmak 3 puan
telefonla konuşmak 4 puan
yüzyüze görüşmek 5 puan
elini omzuna atmak 6 puan
sarılmak 7 puan
sırtını kaşımak 8 puan
öpmek 9 puan

:)

Friday, August 16, 2024

Vergilius’un Ölümü // Hermann Broch

Gecenin umudu kederleri içerisinde özlemin öylesine sessiz ve sevecen vaatleriyle dolu ki onu duyabilmek için çok uzun bir zamana ihtiyacımız olacak.

İnsandan insana iletişim denilen, gülümseme olgusundan insana özgün dilin doğması...
Ancak içimizde ölüm tutkusunun uyanmasından sonradır ki hayata da gerçek bir tutkuyla sarılırız.
Gözyaşlarıydı insanı görür kılan ve gözler, ancak nice acıların ardından, görebilen gözlere dönüşüyordu.
Ödünç alınmıştır taşıdığımız isim, ödünç alınmıştır yediğimiz ekmek, biz de ödünç alınmışızdır, öylece yabana teslim edilmiş ve ancak ödünç alınmış bütün ucuzlukları üstünden sıyırıp atmış olan kişidir ki hedefi görür ve ismiyle sonsuza kadar birleşsin diye hedefe çağrılır.
Vergilius’un Ölümü
Hermann Broch

Thursday, August 15, 2024

Böyle Söyledi Zerdüşt // Friedrich Nietzsche

Hiç sevmedim yol sormayı, hep ters geldi beğenime.
Yolları yollara sormayı, denemeyi sevdim hep.
Böyle Söyledi Zerdüşt
Friedrich Nietzsche

Wednesday, August 14, 2024

Felaket Yazısı // Maurice Blanchot

Her türden zorunlu kuşkuculuğun sakıncası (ya da üstünlüğü) kesinliğin ya da hakikatin ya da inancın çıtasını gitgide daha çok yükseltmesidir. Haddinden fazla inanma gereksinimi dolayısıyla hiçbir şeye inanılmaz; ve hiçbir şeye inanılmadığı için hala haddinden fazla inanılır.

Ve susmak yine konuşmaktır. Sessizlik olanaksızdır. Sessizliği arzulamamız bundandır.
Sözcük, anlamdan neredeyse yoksunken, gürültü çıkarır. Anlam sınırlanmış sessizliktir.
Dışlanmış değil, ama artık hiçbir yere girmeyecek biri gibi.

Felaket Yazısı // Maurice Blanchot

Monday, August 12, 2024

Felsefenin Tesellisi // Alain de Botton

Düşüncelerimizin ya da yaşam biçimimizin yanlış olduğu, asla ve asla, çoğunluğun görüşleriyle ters düştüğümüz gerçeğinden yola çıkarak kanıtlanamazdı.

Sokrates bilgiyi düşünceden üstün tutar; çünkü bilgi sahibi olmak yalnızca bir şeyin niçin doğru olduğunu bilmek değil, aynı zamanda öteki seçeneklerin niçin yanlış olduğunu da bilmek demektir.
Toplumsal yaşam, başkalarının bizimle ilgili algıları ile bizim kendi gerçekliğimiz arasındaki uyuşmazlıklarla örtülü.
"Zevk, mutlu bir yaşamın başlangıcı ve amacıdır," diyordu Epikuros.
Anlaşılmaz bir düzyazı çoğunlukla entelektüelliğin değil tembelliğin göstergesidir; kolayca okunan bir yazıysa asla kolayca yazılmamıştır.
Yaratıcılığımızı körükleyen en önemli şey, "Bu böyle olmak zorunda mı?" sorusudur.
Felsefenin Tesellisi
Alain de Botton

Wednesday, August 7, 2024

Doğayla Sözleşme // Michel Serres

 

Yenik düşmüş dünya en sonunda bizi yeniyor.
Yeryüzü Gezegenini madde olarak tüketişimizin hazırladığı yok oluş ise her türlü olasılık hesabının ötesinde ve dışında duran gerçek!
Modernlik, mutlak anlamda söylersek boşveriyor. Topyekûna, zamansala ya da uzaysala dönük biçimde düşünmesini de, eylemesini de, ne biliyor, ne becerebiliyor, ne de istiyor.
Doğayla Sözleşme
Michel Serres

Monday, August 5, 2024

Hakikat // Jiddu Krishnamurti

‘Hakikate giden yol yoktur.’ Hakikat; onlara göre sabit bir nokta… Ve eğer hakikat sabit bir noktaysa; oraya ulaşabileceğin istediğin kadar yola sahip olabilirsin. Ama hakikat; sabit bir nokta değildir. O; yaşayan bir şeydir. Hareket halindedir. Onun hareketliliği; dünyadaki duyular ya da zaman ile alakalı bir şey değildir. Çok farklı bir konudur. Doğal olarak da ona ulaşan bir yol yoktur. Ama görüyorsunuz ki; bizler böylesi bir tehlikeli bakış açısı istemiyoruz. Her şeyin sabit olmasını istiyoruz. Bizler; her şeyin kesin olmasını istiyoruz.”

~ Jiddu Krishnamurti

Sunday, August 4, 2024

Anna Ahmatova

Uslu dur yüreğim.
Çok bitkinsin,
Yavaş yavaş atıyorsun, boğuk
Biliyor musun, bir yerde okudum
Ölümsüzmüş ruhlarımız.
.

Kimi bir şeyler arar sevecen bakışlarda,
Kimi de içer güneş ışıklarına değin,
Benimse dizginsiz vicdanımla
Hesaplaşmadır her anı gecemin.
Güldü tüyler ürperten bir rahatlıkla
Ve dedi: "Rüzgarda durma, üşürsün."
Anna Ahmatova

Friday, August 2, 2024

Makinelerin Alacakaranlığı // John Zerzan

Kendini yenilemeye yönelik yaşamın harika kapasitesinin aleyhine işleyen her şeyin ortadan kaldırılması olarak iyileşme. İnanıyorum ki anarşinin ruhu da buna benziyor. Yolunuzu tıkayan şeyi ortadan kaldırın ve sizi bekleyen, orada duruyor işte...

Makinelerin Alacakaranlığı
John Zerzan

Thursday, August 1, 2024

Orta // ke

orta

bazılarımız ortada bir yerdeyiz,
ne yıldızlar kadar büyük, ne yıldızlar kadar küçük,
ne uzay gibi boş ne galaksiler kadar dolu,
ne tümden gelen ne tüme varan, ne idealist ne materyalist,
ne plastik çiçekler kadar yapay, ne kaynak suyu gibi doğal,
ne kavuşacak kadar yakın ne özlenecek kadar uzak
ne kendini özgür bırakan, ne kendini kendine tutsak eden,
ne karınca kadar hafif, fil kadar ağır
gerçek şu ki doğmuş olduğumuz için suçlu da değiliz, masum da,
ne bir ermişten alçak, ne bir suçludan yüksek,
ve ne galip ne mağlup, ne yapıcı ne yıkıcı
kırgın, kızgın, mutlu da değiliz, mutsuz da
bir fotoğrafız, bir filmiz ama ne siyah-beyaz ne renkli
desene şuna ne sıradan ne sıradışı,
özel değildir varlığımız ama genel de denemez:
ne aynı ne farklı
ne efendi gibi, ne aylak gibi, ne serseri
hey dünyalı! biz dost muyuz, düşman mı?
ne hep, zor ne hiç, kolay,
sığ değildir bulunduğumuz yer, sığ sular zehirler
derin de değil, oysa derin sular paklar
belki de bizden ne köy olur ne kasaba
unuttuk mu insan olduğumuzu, anımsadık mı yoksa?
döneriz usulca kendi etrafımızda, ne ileri ne geri,
eskiye dönsek, şimdiye mıhlanmışız, yeniden başlayamaz mıyız?
ne bireye inanırız ne topluma
hülasa ne hayvan ne Tanrıdır insan denen ipcambazı,
biz ki kimi zaman melek, kimi zaman şeytan
ne uyumluyuz ne aykırı,


ama öyle bir yere geliniyor ki,
ne ne'ler, hem hem'e dönüşebiliyor
ve böylece yaşamlarımız
hem iyi hem kötü
hem doğru hem yanlış
hem güzel hem çirkin olabiliyor...

iyilikten gidelim,
denir ki kötülükler başka iyiliklerle aşılır
mesela kötülük nifakla geldiğinde iyilik onu muhabbetle aşar
kibirle geldiğinde tevazuyla aşar,
en güçlüsü nefstir
ve kötülük nefsle geldiğinde,
iyilikle kötülüğün önlerinde eğildikleri şey
sevgi ve aşktır

kötü, iyinin kendisinden türediği şeydir, tersi doğru değildir demiş düşünür...

sonuçta yasak olan için çabalamıyor muyuz?
hem evrim, total freedom, hem devrim...

sevgiyle ve dostlukla...

Yan Değiniler // Ludwig Wittgenstein

Kendine bak - kendini hiçbir zaman anlamayacaksın. Çünkü kendini bir dizi tasarım içinde görüyorsun, sonunda da dağılıp gidiyor hepsi. Çünkü...