Thursday, May 30, 2024

Daniel C. Dennett

Bilinçli zihin, sadece beyinden ibaret olamaz.


Nasıl ki yalnızca ellerinizle pek marangozluk yapamazsanız yalnızca beyninizle de pek fazla düşünemezsiniz.

Ama metaforlar metaforlar değillerdir; metaforlar düşüncenin araçlarıdırlar. Araçlarımızla inşa ettiğimiz şeye bir bakın. Onlar olmadan bunu nasıl hayal edebilirdik?

Evet, düşünme aletleri aynı zamanda birer silahtır ve savaş imgelemi de gayet uygundur.

Daniel C. Dennett

Wednesday, May 29, 2024

Jose Ortega y Gasset

Çağımızın kendi kendisini nasıl hissettiğini açıklamak kolay değil: Diğer dönemlerden ileri olduğunu sanmakta, aynı zamanda kendi kendini bir başlangıç olarak algılıyor, aslında bir can çekişme olmadığından da emin değil. Hangi anlatımı seçmeliyiz? Galiba şunu: Tüm öteki çağlardan üstün, ama kendi kendisinin altında. Son derece güçlü, aynı zamanda yazgısına güvensiz. Elindeki güçlerden ötürü gururlu, aynı zamanda ürküyor onlardan.


Jose Ortega y Gasset

Modern Araştırmacı // Jacques Barzun

Yazar sık sık "bunu da yazmamız gerekir mi?" sorusunu sorar. "Bunu okumak istemezler," cevabını da aynı sıklıkta verebilmelidir.

Kötü genellemeler genellikle dilin düşünülmeden kullanılmasından kaynaklanır. Yazar, elindeki bilgiler tümel önermeler olmaya yeterli değilse bile, "hepsi", "her", ya da "hiçbir" gibi sözcükler kullanır; aslında doğru olan, "hemen hemen", "neredeyse", "genellikle", "bir anlamda", "ancak", "belki" gibi niteleyiciler kullanmaktır.
Jacques Barzun, Modern Araştırmacı

Sunday, May 26, 2024

Rıchard Davıd Precht

Maymunların 200 türünde de sosyallik, şefkat, merhamet, hile, şiddet, işkence, başkasına iyi davranarak kendini güvenceye alma eylemlilikleri mevcuttur. Eğitilen şempanzeler 90 IQ değerine ulaşabilmektedir; 25 yıl eğitim alan KOKO'ya, öğrendiği işaret kartları ile ölümü anlatması söylendiğinde Rahatlık-Çukur-Hoşçakal kartlarını göstermiştir.

100 milyar nöron ve 500 trilyon bağlantısı olan beyin, araştırmanın hem nesnesi hem de öznesi olabilen tek yapıdır.

Ben, değişmez, kesin sınırlı ve belirli bir bütünlük değildir ve cerrahi yöntemle beyinden çıkarılamaz. Doğuştan gelen özellikler %40-50'sini, 5 yaş bitimine kadar edinilenler %30-40'ını, sonradan öğrenilenler ise kalan %20-30'unu oluşturur.

Ayna Nöronlar, beynin prefrontal lobunda yer alır ve başkalarıyla özdeşleşme-taklit etme hareketlerinden, işitme ve görme ile ahlakın gelişiminden sorumludurlar.

Araştırmalar, duyguların akıl ve deneyim ile eğitilebileceğini göstermiştir.

Soru arayışı, çoğu kez sorudan daha kıymetlidir.

İnsan, kendini doğa ve evrim dışında gören ve aşırı çoğalan doğal bir felakettir.

Belirli bir gelirin altında kalmak sıkıntılar yaratırken, fazla gelir ise bir miktardan sonra düz çizgiye yakın bir grafiğe dönüşmektedir. "Hep daha fazlası" hali, ilaç bağımlılığı ve kronik hoşnutsuzluk benzeri etki yaratmaktadır.

"Akılcı davranma" kararında bile ilk tetiği çeken yarım saniye farkla duygu/sezgi önceliğidir. Akıl hemen ardından devreye girer ve sadece durdurma şansına sahiptir.

Zevkin geçici hoşluğu, iyi ve erdemli bir yaşamla gelen kalıcı huzur karşısında tüy kadar hafif kalır.

Dilin etkili kullanımı susma sanatını da kapsar.

İnsan, akıllı ama aynı zamanda kendine fazla değer veren bir hayvandır. Çünkü onun aklı, büyük gerçeğe değil, sadece yaşamdaki küçük şeylere göre düzenlenir.

Zeka, ne yapacağımızı bilmediğimizde devreye girendir.

Rıchard Davıd Precht 

Hayvan Özgürleşmesi // Peter Singer

Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi
Vejetaryenlik bir tür boykottur. Çoğu vejetaryen için bu boykot kalıcı hale gelir; çünkü et yeme alışkanlığını bir kez kıran bir kişi basit bir damak zevkini tatmin etmek için hayvanların kesilmesini bir daha onaylayamaz; ama günümüzde kasaplarda ve süpermarketlerde satılan eti boykot etmek konusundaki ahlaksal yükümlülük, sadece acı çektirmeye karşı olan, öldürmeye karşı olmayan kişiler için de eşit derecede kaçınılmazdır. Eti ve hayvan fabrikalarında üretilen bütün diğer ürünleri boykot etmediğimiz sürece, her birimiz, sınai çiftliklerin ve besin elde etmek amacıyla hayvan yetiştirirken başvurulan bütün diğer zalimce uygulamaların varlığına, refahına ve gelişimine katkıda bulunuyor olacağız.
Bir hayvanı öldürmek başlı başına rahatsız edici bir eylem. Yiyeceğimiz hayvanları kendimiz öldürmek zorunda kalsak hepimizin vejetaryen olacağı söylenir. Gerçekten de hayatı boyunca bir mezbahaya girmiş çok az insan vardır ve televizyonlar da mezbahaları göstermeyi sevmez. İnsanlar, satın aldıkları etin acısız bir biçimde öldürülmüş bir hayvanın eti olmasını umsalar bile bu konuda gerçekleri öğrenmek istemezler; ama et satın alarak hayvanların ölümüne sebep olan insanlar, ne hayvanların nasıl öldürüldüğünden ne de et üretiminin diğer aşamalarından habersiz bırakılmayı hak ediyor.

Belki bir gün hayvanlar dünyasının geri kalanı da kendilerinden ancak zorbalık yoluyla esirgenen haklara sahip olacaktır. Fransızlar bir insanın sırf derisi siyah diye kayıtsız şartsız bir zalimin keyfine terk edilemeyeceğini anladılar. Belki bir gün bacak sayısının, derideki tüy miktarının ya da sağrı kemiğinin nerede bittiğinin de duyguları olan bir varlığı aynı akıbete terk etmek için eşit derecede yetersiz sebepler olduğu anlaşılır. Bu aşılamaz sınırı çizecek başka ne olabilir? Akıl yürütme yetisi mi? Ya da belki konuşma yetisi mi? Ama yetişkin bir at ya da köpek, gerek akıl gerekse iletişim kurma açısından, bir günlük, bir haftalık hatta bir aylık bebekten kat kat üstündür; ama öyle olmasa bile bu neyi gösterirdi ki? Sormamız gereken soru, “akıl yürütebiliyorlar mı?” ya da “konuşabiliyorlar mı?” değil, “acı çekebiliyorlar mı?” olmalıdır. 

Saturday, May 25, 2024

Çatışan Feminizmler // Judith Butler

Kadı­nın anlamını mutlak bir biçimde sabitlemenin olanaksızlığı, sonsuz bir dönüşüm olanağı yaratır. Ve bu olanaksızlık sayesinde, bizi ken­di farklılığımızın hakikatine güya hapseden herhangi bir kurama meydan okuyabiliriz.


Judith Butler, Çatışan Feminizmler

Friday, May 24, 2024

Tohumun Hikayesi // Vandana Shiva

Ticari olarak "çok değerli" ya da "atık" olarak etiketlenen bitkilerin tamamı doğal uyum ve biyoçeşitlilik açısından vazgeçilmezdir.
Endüstriyel bakış açısıyla yapılan ekim ve dikimler, bir ormanın değerini bütün olarak hesaplamaz. Endüstri için ormanda değerli sayılan tek şey kereste miktarıdır! Orman ürünleri ile başlayan bu "yararlı", "yararsız" sınıflaması zamanla tarım ürünlerini içine alacak şekilde genişledi. Buna "Yeşil Devrim" adı verildi. Yanıltıcı bir isim olan "Yeşil Devrim", insanları bitki örtüsü zayıf olan topraklarda; mısır, soya, buğday ve pirinç gibi parasal değeri yüksek ürünleri yetiştirmeye yönlendirdi. Oysa bu alanlar toprağın verimli hale gelmesine yardım eden örümcek gibi canlıların yaşaması, birçok hayvanın beslenmesi ve köylülerin kulübelerini inşa etmeleri için elverişliydi. Doğanın ve üzerinde yaşayan canlıların ihtiyaçlarını

dikkate almayan bu bakış açısı toprağın üretim döngüsünü bozdu. Zamanla insanlar temel ihtiyaçlarını üretemediler. Kendine yeten bir hayat sürdüremediler. Bu yüzden borçlanmaya başladılar. Sonuç olarak, insanlar gıda olarak kullanabilecek 8500 tür üretmek yerine, dünya pazarına satılsın diye 8 tür yetiştirmeye başladı. Geçmişte birçok türün birlikte üretildiği tarım alanları bugün sadece birkaç tür için kullanılıyor. Bu yeni tarım anlayışında bitki, hayvan ve insanların temel ihtiyaçlarına yer yok. "Yeşil Devrim" adı verilen bu anlamsız fikir, birçok bitkinin ve tohumun yok olmasına neden oldu.

Vandana Shiva, Tohumun Hikayesi

Toprak, her neslin geçmişi ve geleceğidir.

Ekolojik vicdanımın uyanışı! Çevrenin yok oluşu ve yoksulluğun artması arasında bir bağ olduğunu anlamamı sağladı.

Kendi doymak bilmeyen ihtiyaçlarını karşılamak için doğanın kaynak­larını aşırı kullanan bencil bir insan, hırsızdan başka bir şey değildir; çünkü bir kişinin kendi ihtiyaçlarının ötesinde kaynak kullanması, baş­kalarının hakkı olan kaynakların da kullanılmasına yol açacaktır.

Genetiği değiştirilmiş ürünler ve gıda üzerindeki ihtilaf "kül­tür” ve "bilim” arasındaki bir ihtilaf değildir, iki bilim kültürü arasın­dadır: bu kültürlerden birincisi saydamlık, kamuya hesap verme, çev­re ve insanlara karşı sorumluluk ilkesi üzerine kuruludur. Diğeriy­se kâr, kapalılık, gizlilik ve sorumsuzluk üzerine kuruludur.

Şirket güdümlü reformlar ekonomik ve siyasi güçlerin birleşmesine, eşitsizliklerin derinleşmesine ve siyasetçilerin aslında temsil etmesi gereken insanların iradesinden gittikçe daha fazla uzaklaşmasına sebep olur.

Çeşitlilik, çevremizdeki gıda sistemlerini dönüştürebilmemiz için gerekli temeli sağlar: ekinlerin çeşitliliği, yemeklerin çeşitliliği dolayısıyla kültürlerin çeşitliliğidir. Çeşitlilik, monokültüre karşı hem bir direnç hem de yaratıcı bir alternatiftir. İnsanlığın sahip olduğu gücün asıl kaynağı eşsizlik ve çeşitlilikten gelir. Bu kendimizden vazgeçmediğimiz sürece asla yok olmayacak bir hediyedir.

Vandana Shiva, Çalınmış Hasat



Thursday, May 23, 2024

Alain Badiou

 "[İnsanın] İyi’yi hayal etmesini, kolektif güçlerini ona adamasını, bilinmeyen imkânları gerçekleştirmek için çabalamasını, mevcut olandan radikal bir biçimde koparak olabileceği düşünmesini yasaklamak, ona insanlığı yasaklamaktır."

Alain Badiou

Ursula K. Le Guin




Biz özneyiz, aramızda bize nesneymişiz gibi davrananlar yanlış, insanlık dışı, doğaya karşı davranıyorlardır. Ve bizimle birlikte, en büyük nesne olan doğa, onun yorulmadan yanan güneşleri, dönüp duran galaksi ve gezegenleri, kayaları, denizleri, balıkları ve eğreltileri, köknar ağaçları ve küçük tüylü hayvanları, hepsi özne oldular. Onlar bizim bir parçamız, biz onların bir parçası olduğumuz için. Etimiz, kemiğimiz. Biz, onların bilinciyiz. Eğer, biz bakmayı bırakırsak, dünya kör olur. Eğer, biz konuşmayı ve duymayı bırakırsak, dünya sağır ve dilsiz olur. Eğer, düşünmeyi bırakırsak, düşünce olmaz. Eğer, kendimizi yok edersek, bilinci yok ederiz.

Ursula K. Le Guin

Wednesday, May 22, 2024

Paris Sıkıntısı // Charles Baudaleire

paris sıkıntısı

XXXIII
SARHOŞ OLUN
“Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.
Ama neyle? Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.
Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üzerinde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun. ‘saat kaç?’ deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: ‘Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz.” (S. 80)
Baudelaire, Charles.

Dünya // ke




dünyanın iyi bir yer olmasını istersen delirirsin, belki ileride iyi olabilir ama içinde bulunduğumuz dünya ne iyidir, ne kötüdür, hem iyidir, hem kötüdür, iyilikleri de başına gelebilir, kötülükleri de, iyilik gelmişse şükredersin, kötülük gelmişse küfredersin, kötülük için de şükretmek gerektiği söylenir, başka bir iyiliğe gebe olabileceği ama kimse ermiş olmak zorunda değildir.. sonra iyilik gelirse iki kere teşekkür edersin, olur biter.. gayret, arkadaş, gayret.. derler ki gayreti elden bırakma..

(biz bir ermiş fotoğrafı koyalım yine de, ne demişti, ermiş sürekli deneyen bir günahkardır))
(dünya saçmalıyor değil mi, yoruldun değil mi, yalnız değilsin.)

Epistemoloji / Ontoloji (ekşi)

(ekşi) epistomoloji; bir şeyi bilmenin ne demek olduğundan önce, gerçekten bilinebilecek bir şeylerin var olup olmadığıyla ya da başka bir deyişle "bilme"nin olanaklı olup olmadığı sorunuyla işe başlayan felsefe alanıdır. ardından gelen sorunlar, bilginin hangi kaynaktan doğduğu, güvenilir bilginin hangisi olduğu ya da bilgi için herhangi bir ölçütün bulunup bulunamayacağı şeklinde sıralanabilir. insan düşüncesinin gelişiminin temelinde yer alan tartışmaları içerir. yolları sarp ve dikenlidir.
"sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi.
bilmez ki sorsun, bilse sorardı."
(bkz: sadi-i şirazi)
epistemolojiye dair her seçim, (o seçimi yapan biliminsanı bunun farkında olmasa bile) ontolojik bir önkabulü de beraberinde getirir. bu nedenle, belli bir epistemoloji ile hareket edilerek varılan sonuçlar, dayandıkları ontolojik varsayımların doğrulukları ölçüsünde (ya da o varsayımların geçerli oldukları şartlarda) geçerlidir.
ontoloji olmadan, epistemoloji de olmaz. (neyi bilmeye çalıştığını bilmeden, onu nasıl bileceğini nereden bileceksin?)
bilginin sınırını, kaynağını, değerini, doğruluğunu ve yanlışlığını araştıran felsefe alanıdır.

(ekşi) ontoloji; hem felsefi bilgi hem de bilimsel bilgi, “varolan” bir şeyin bilgisidir. bu varolan “şey” maddesel, inorganik, manevi, organik, ruhsal, ideal, bir şey olabilir. bütün insan bilgisinin varolan bir şeye dayanan bir bilgi olması felsefi ve bilimsel bilgiyi birleştirir. felsefe ve bilimi birleştiren “varolan” şeylerin bilgisini araştırma alanına ontoloji (varlık bilim) denir.
genel anlamda ontoloji, insanın evrendeki yeri ve rolü, olayların oluş biçimleri, evrenin düzeninin anlamı gibi konularla ilgilenir. sosyal bilimler açısından düşünüldüğünde “sosyal dünya nasıl algılanır ve anlaşılır?”, “insan olma nedir?” gibi sorulara yanıt ararken, eğitim açısından düşünüldüğünde ise “okulun varlık amacı nedir?”, “aktif öğrenmenin yararı var mıdır?”, “uygulanmakta olan ilköğretim programının yararları ve eksikleri nelerdir?”, “herkese uygun etkili öğrenme stratejileri var mıdır?” ve benzeri sorulara cevap arar.
fidan ve erden’in tanımına göre ontoloji; madde, yaşam, insan, dünya ve evrenle ilgili bir bütünlük arayışı içindedir. hayat ve evren hakkında genel bir görüş, genel bir ilke bulmaya çalışır. temel olarak bilimsel bilgileri alır ve onların ötesinde bilime yol gösterici görüşler ve hipotezler ortaya koyar.

 

Kişisel Bir Sorun // Kenzaburo Oe


Gerçekten de, sık sık ölmeyip hayatta kaldığım anlar oldu.
Fakat, her seferinde arkam­da bir ceset bırakarak bu uzayda kurtulmuş mu oldum?
Yenildiğimi baştan bildiğim bir oyunu sürdürür gibiyim.
Bitkin, uykulu, dünyada ilgisini çekebilecek tek bir şey bile kalmamış gibi hissediyordu kendini.
Üst üste gelen kötü eller sonrası bir kâğıt oyununa ara verir gibi, bir süreliğine dünyaya ara verebilmeyi arzuluyordu.
Neyse, doğmamış olmaktansa, doğmuş olmanın iyi olup olmadığını anlayamadığımız bir devirdeyiz zaten.
Biz birbirimiz için gerekli insanlar olabiliriz.

Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun

Yabancı // Richard Sennett

Yerinden edilmemiş şeylerin ve yerinden-olma deneyimini yaşamamış benliklerin katılığı aslında en büyük yanılsama olabilir.

En sağlam kimliğe ona "sahip" olduğunu fark etmediğinde sahipsindir; sen o'sundur. Yani en çok, kendinin en az farkında olduğun zaman kendinsindir.
İşin aslı, tam da kendisinin kim olduğunu açık seçik ve net bir biçimde söyleyememesiydi özgürlük hissini artıran.
Richard Sennett, Yabancı

Monday, May 20, 2024

Byung-Chul Han

Sorumlusu toplum olan özelleştirilir ve psikolojinin alanına aktarılır.

Depresyon, geç-modern insanın kendi olmak hususundaki başarısızlı­ğının patolojik bir dışa vurumudur.
Yalnızca “öteki tarafından dokunulmuş olmak”tır hayatı canlı tutan.
Sanat yabancılaştırmak durumundadır, rahatsız, huzursuz etmeli, hatta acı vermelidir.
Byung-Chul Han

Dada Manifestoları ve Diğer Metinler // Tristan Tzara

Yaşasın uyuşumun ölügömücüleri!

Bize ahlak dersi veren, psikolojik temeli tartışan ya da iyileştirdikleri iddiasında bulunan yazarlarda, gizli bir kazanma arzusunun yanı sıra, sınıflandırdıkları, bölüştükleri, yönlendirdikleri gülünç bir hayat bilgisi bulunur; tempo tuttuklarında, kategorilerin buna uygun dans ettiğini görmekte diretirler. Okurları ise, alaylı bir şekilde güler ve yollarına devam ederler: neye yarar bütün bunlar?

Tristan Tzara, Dada Manifestoları ve Diğer Metinler 

Fütuhât-ı Mekkiyye // Muhyiddin İbn Arabi


Kelimenin duyanın nefsinde bir etkisi vardır ve bu nedenle “kelime” Arapça’da “yara” anlamındaki kelem’den türemiştir..

Fütuhât-ı Mekkiyye
Muhyiddin İbn Arabi

Moral? (Etik?) // ke

Moral? (Etik?)

Kafadan girelim mi mevzuuya: İntihar etmek için iyi gerekçelerimizin olması, hayatta kalmak içinse bazı gerekçelerimizin olması -etik olarak o kadar da iyi gerekçelerimizin olmaması- çağın ironisi mi oluyor? Tanıdığım doğru olmaya çabalayan bir insan katlanamadı, intihar etti. Üzüldüm işin doğrusu. Kötü, iyinin kendisinden türediği şeydir diyor düşünür, bunun tersi doğru değildir. Lakin içinde bulunulan durumdan çıkmanın kolay olduğu sonucu çıkmıyor buradan.
Bize sunulan tarih neredeyse bir çöplük, ekonomi-politik bir zırvalık, sanat -o da varsa- genelleme yapacak olursak, iğnesi olmayan bir arı, antenleri olmayan bir karınca, üretilen de sanat değil, meta. Sosyoloji Tanrının avuçları arasından akan kumlara birlik çağrısı yapıyor, kum taneleri hiçbir zaman tatmin olmayacak arzuların peşindeler, birlik peşinde değiller, yanılmak isterim ama yakın vadede birlik olamayız gibi görünüyor, psikiyatri değişimin ve bilgi bombardımanının -buna bağımlıyız artık- organik, psikolojik yapımızı aşması sebebiyle aciz, yeni benlik parçalanmış, şizoid, dağınık, akışkan, gösteri dünyasındaki dramlar -ilişkilerini yitirmiş ya da ilişkileri hızlanmış, sanallaşmış, yüzeyselleşmiş insanlar düşünülecek olursa- sahteleşiyor, ritüeller yerine belli norm ve modellerin belirleyici olabildiği bir dünyada, kullandığı modeller hoş değil, oysa bazılarımız şeytana satılacak bile ruhum yok diyor, drama böyle dramları yakalayamıyor, lüks otomobiller, cinsellik de içeren güzellik sunumları kimin umrunda, bizim beynimize batan zehirli dikenler var; ne acayip hikaye ama, çünkü kökleri bu çağa ait ve gerçek; piyasalarda da tüm değerlerin içini boşaltan zeki dolandırıcılar fink atıyor.
Kan içerek beslenen kör şiddetin yarattığı yıkım da hala bu
geç-sahnede, küresel sahnede yerini alıyor. Bilimi anlayamıyorum, ne için bilim yaptığımızı anlayamıyorum. Öldürmek için değil yaşatmak için bilim yapılır dediğimizde yanılıyor muyuz? İşin özü doğru düzgün bir bilimi, bir ilimi gözden çıkarmamaktır, budur makul olanı. Ancak bilim diğer anlatı türlerini görmezden gelerek bizim gibi sınırlı mı, sınırsız mı olduğu tartışmalı varlıklar üzerinde tek hakimiyet olarak, tek geçerli anlatı olarak belirirse, -buna bilimcilik diyoruz- kafamız daha çok karışabilir. Mesela ben teleskopların gösterdiği şeyi göremiyorum artık, gözlerim üzgün, bulanık görüyor. Çünkü araya bilimi ticari bir zihniyete hapseden bir sis giriyor. Sorun en sonunda senin duyguların haline geldiğinde morfin kadar işe yaramıyorlar bence. İdeolojiler kör bir insanın gördüğünü iddia ediyor, gelecek belirsiz ve muamma... Genel görüntü erotik mi, pornografik mi? Caddeden akan lüks araçlar müstehcen! Reklamlar, moda, spor, açık oturumlar müstehcen, iktidar müstehcen!
Gerçek bir aşk nasıl yaşanır bilmiyorum, iki insan bu çağda insan olmaktan nasıl soyunabilir, nasıl arınabilir ki? Suçtan, günahtan? Boşvermek denenebilir mi? Bilmiyorum. Bir şeyler eylemek mi arındırır yoksa hiçbir şey eylememek mi arındırır. Bu ikisi arasında "sarkaçan" sade bir hayat makul görünüyor, müdahale ederken temkinli ve tedbirli olarak elinden geldiği kadar az dokunduğun, ürerken bile hafif dokunuşlar yaptığın bir dünya, Dünya she'dir, dişidir, sanırım tam da içinde bulunduğumuz durum için bir şarkıda bir xx oldukça dokunaklı bir biçimde "how can I carry on", diyor.
Buna mukabil bir ayağımız yerde, kök salmış, bir ayağımız havada, köksüz, bir bekleme cezası mı bu, yürümek yerine zıplaması mı gerek, bilincin zıplaması mı gerek, tavşan gibi bir seri zıplayamayız, üçtür-beştir-ondur, bir ihtimal daha var, o da olduğun yerde zıplamak. Zıplayarak varabileceğimiz yerlerden biri de bir ekranın karşısı (içi). İnsanın bir kaç adım ötesinde bir şey varsa ileri zıplaması daha makul. Olduğun yerde zıplıyorsan, belki buna da bilincin zıpladığı için -bir görüşe göre- makbul denebilir, bir de geri zıplamak var ki ya bulunduğumuz nokta ya da ilerideki bir şey bizi tehdit ediyor olmalı ki, geriye de zıplayabiliyor bazı insanlar, bazen.
Ekranlara değinecek olursak, ne kadar zor ya değinmesi; büyük sayılar içeren bir ortamın parçası ekranlar, gösteren ve gören insanlar olarak iletişim ağlarına bağlanıyoruz, takılıyoruz, temas ediyoruz, çırpınıyoruz; network bir "içerik" paylaşmaya da imkan tanıyan geçmodernlik protezi insanın, insanlığın, ve bir süredir insanlar artık ekransız yaşamıyorlar.
Yazının bir yerinde aşkla başladık, zıplamayla bitirdik, umarım ilahi aşk için bir kuyunun dibine zıplamamız gerekmiyordur, kuytu ya, kıymetli; dipte ve karanlık olduğu için de hakiki. Kişi, bir sürü çeşidi de olabilen sevgi (love) kadar güçlü değil, onun için, herkes için, amuda kalkmış olsa bile sevgi, aşk mühim... Karanlığa aydınlığa mı bakarmış sevgi, benim bildiğim -kadim bir anlatıdır, Nietzsche de değinmiştir- aydınlık güçleri de karanlık güçleri de aşkın, sevginin önünde boyun eğer. Orada aşkın bir değerle temas ederler: Respect! Daha yazamam, etik söylenmeğe gelmez diyor Wittgenstein.
Yaşadığım hayattan memnun olmak isterdim ama hayatın verdiği yegane şey müşteri memnuniyeti. Hata sende deniyor, hatasız değilim elbette ama buna emin değilim. Beceriksiz değilim oysa, her geçen gün körelen becerilerimi izliyorum. Belirgin bir arzum yok. Bazı gerekçeler arasında bir kaç dost, bir kaç yakın, anneme hala dokunabilmek, iyimser olmayan bir umut taşımak, sevdiklerime acı vermemek ve hala anımsayabildiğim anılar var. Ruhun yetingen olduğuna inanıyorum, bunlar yetiyor, sorun yetenlerde değil, insanlığa yetmeyenlerde, fazlalıklarda.
Bir de müzik ve edebiyat tutkum. 25-30 yıldır eskimeyen şarkılar da tuhaf, her şey geçici ilizyonuna kapılmak zorunda değiliz demek ki. Nadiren yeni iyi bir şey çıkar. Artistik mevcuttur ama art mevcut değildir. Onlar müzik yapıyor gibi yapar, sinema yapıyor gibi yapar, edebiyat yapıyor gibi yapar, diğerleri de katılıyor gibi yapar, kimbilir belki de katılıyorlardır, güvenli bir yol mudur taklit etmek, bunun bir bedeli değil de bir sonucu var sanırım, taklit olmayan -ama kaçınılmaz olarak bir tutam yanılsama olan- o başka dünyaya geçemezler: Olması gereken dünyaya doğru yola çıkmak. Bir bilinç eşiğini aşmış insanlara, onları düşünerek, yol yakınken dönmeleri çağrısı yapılabilir, nereye dönüleceği açık seçik olmadığı için dönmek yerine dönüşme üzerine düşünceler ortaya çıkmaya başladı, özetle: Yol çelişkileriyle ilerler ve yol bidünya!
Diyorlar ki bu yol yeni bir yol, yürüyüşleri değil duruşları daha bir xey, malum, kişinin kendi düşüncesi genelde yürürken devinir, durunca da, dank eder: DANK! Bazı insanları tenzih ediyorum. Oruç Hoca çoğunun yeryüzüne yük olduklarını söylerdi. Bir ihtimal de bir çoğumuzun tek ayak üzerinde oturarak müzik dinlemesi. Diğer ayağını havada tutmak için bacak bacak üstüne atmalısın. Kötü niyetli olmayan bu keyfe bence gözyummak gerek. Müzik de hafifletmezse, insantekine yüklenen onca yük, çağdaş bir varoluş onu vurgun yiyebileceği bir dibe çekebilir. Teknoloji gayet karmaşık yönleri olabilen bir fenomene dönüştü. Labirentin bu çıkmaz sokaklarında gezinirken hakkımızda hayırlısı, Amin.
Kilometrelerce otomobil gördüğümüzde, sadece bir havayolu firması onbeşmilyon bilet kestiğinde, yani gözlerimizin gökyüzü karalandığında, teknoloji devleri, nükleer santraller, ilaç kartelleri, mezbahalar, hayvan deneyleri, yeniden üretilebilen tahakküm biçimleri, sınırlı kaynakların tüketilmesi, toprakların istilası, biyoçeşitliliğin korkunç derecede azalması, tür çeşitliliğinin azalmasının, tür yıkımının dinozorları yok eden yıkımdan daha hızlı olması (uzaydan gelen bir felaketten daha büyük bir felaket o halde insanlık durumumuz), iklim krizi, yüzyılın sonuna kadar dörtbin dil yokolacakmış, dörtbin kültür, yerine ipod kültürü gelir, kaydır, sektir hayatını, üçmilyon bekar anne varmış, yalnızlık dizboyu desenize...
Nesnelerle ilişkimiz öznelerle ilişkimize sirayet ederse işimiz var demektir, malum, tamir kültüründen kullan-at'a geçtik ve ürkütücü silahlar, bombalar, savunma sanayii diye kaktırılan militarizm, gökdelenler (adı bile düşmanca algılanabiliyor. Bu yapılara, büyüklenen bir türün simgeleri olarak Yeni Babil Kuleleri desek anlatıyı ıskalamış olmayız, eski mitte insan büyüklendiği için Tanrı onları yetmiş dile bölüyor ki anlaşamayıp birbirlerine düşsünler, düşmedik mi, düştük, bari bu lanetten kurtulalım çünkü Yeni Babil Kulelerinin laneti herkesi aynılaştırmak).
Biz bu muyuz diyorum, böyle felce uğramış bir şekilde yaşamak yerine bazen dünyadan eksilmek istiyorum. Ölüm ise, onun da kendi numarası var, korkutucu ve yaşamında anlam yaratmaya zorluyor seni. Bu yazıda acı duygusuna pek değinmeyeceğim, tam donanımlı evrensel uyarıcı denebilir mi acaba acı için? Kısa bir değini yapayım Adorno'dan: Mutluluk acıların aşılmasıyla serpilip gelişir. 20. yüzyılın son demlerinde arada da olsa kutladığımız bir şölendi modernlik, bu odalar kuşluk vaktinde biraz mabede döner, -kuş seslerinin belayı defetmesi kuşların insafına kalmış-, sonra bazısı için tabuta, morga döner, henüz ölmedik, lakin ruhumuzun üşümesi de doğru, üşütmesi de. Hadi tabuta da değinmiş olalım: Tabutta Rövaşata.
Şu hatayı yapıyoruz, sanki birileri kötüymüş de onlar suçluymuş gibi, hayır, sıradan, iyiniyetle (post)modern yaşayan insanların yarattığı bir yıkım bu. Adına refah deniyor. İlerleme deniyor. İnsan, gerçek, hayat (Hayat verilidir, yaşamsa bizim onunla ne yaptığımızdır.), dünya ve yaşam, bu kocaman kocaman olan şeylerle ilişkimizde iyilik ve kötülük birbirine girmiş deniyor, tasvirlerin ve analitik araçların yardımıyla diyalektik düşünmek her yiğit insanın harcı değil. Ama bana öyle geliyor ki yeteri kadar moment oluşursa yiğit ya da kararlı, sorumlu, duyarlı ve yaratıcı hisseden insanların nefesi birleşirse dünya onu çöpe atmaz. İnsanlar birlikte yarattıkları rüzgarın etkisiyle insanlarla, hayatla, gerçekle, dünya ve yaşamla daha uyumlu bir rezonansa girebilir. Bunun üzerine düşünebilir. Şimdi tamamen hayali yazıyorum, acaba etkisel güçlere dönmeyi becerebilirsek etkin bir değişiklik olabilir mi? Bilinçlerimizde kaybettiğimiz değerli şeyler için bir yas ritüeli olarak bir mumu üfleyen bireylerin nefesleri biraraya geldiğinde, biraraya gelme niyetimiz de varsa bir rüzgar oluşturabilir miyiz, kanımca esinti bile bize iyi gelebilir. Moral!? Bu armağanın hediyesi bize yönümüzü fısıldayabilmesidir, belki de.
Tükenmeye doğru yuvarlanalım bakalım. Dürüst olalım, böyle gidersek öyle görünüyor ki tükene tükene kaybedeceğiz! Tüketerek! Aptallarla kurnazlar, meydan sizin, buyurun. Bir tatil paketi seçin kendinize, hobi bahçenizi eşeleyin, otomobilinizin modelini değiştirin, karadeliklere dönüşmüş megapollerde pet hayvanlarınızla hayat standartınızı yükseltin, gözlerinizi birbirinizden saklamak için artistik güneş gözlükleri takın, güvenli sitelerde oturun, gençleşin, güzelleşin, merak etmeyin, bunun da endüstrisi var, internet fenomeni olun, temassız ödeme yapın, her şey normalmiş gibi davranın, üreyin, daha çok üretin, yetmez, daha büyük bir ülke, daha güçlü bir ülke, mümkün olan en büyük miktar, daha çok para, reklam diyor ya: Hep daha fazlasını isteyenlere! Utanma var mıdır, yok mudur? Ben de birileriyle konuşuyorum bazen, gözgöze geldiğimizde yere bakmam gerekirken, yapamıyorum bunu ben de, karşılık bulamıyorum çünkü. Bir keresinde parlak pembe giysisiyle bir türbanlı elinde alışveriş paketleriyle karşıdan karşıya geçiyordu, yanımdan da başı örtülü bir kadın geçti, çocuğunun elinden tutarak, başını eğmişti. O sahne bana yetti. Şimdi bir reklam girmese bari araya, I love me, I love me diyerek her şeyi berbat etmese.
Hissizleşiyorum, buza gömülmek isterdim. Ama şuna inanıyorum ki bazı duygu ve düşüncelerimiz buzu eritebilir, o derece canlı, o derece ılık, sıcak, gizemli, tuzla buz edebilir buzu gizemli duygular ve düşünceler, ve o derece asi ve ateşli, gibi... Sükunette buzu eritir, sadece sabır gerekir. Eksi dereceler sözkonusu olursa, sihirli hedeflerinden birine varmışsındır, yanmak yerine donmuşsundur... Bunu öylesine yazmıyorum, Stoa felsefesinde duygularla düşünce nesnesi arasına bir duyumsamama mesafesi konur, bu durum yargılarımızla harekete geçen duygularla temas halinde düşünmek yerine, bir boşluk bırakır, bir mesafe, o boşluk daha iyi, rehin alınmadan düşünmemize yol açabilir, ne demiş İbn Arabi, kalbe ilk giren düşüncedir. İyi düşünmeyi becerebilirsek yargılarımızdan türeyen keskin duygular yerine, yorumlarımızdan türeyen yumuşak, esnek, hayat dolu duygulara da sahip olabiliriz, yargılarla yorumlar arasındaki denge için ne denebilir, sesle sessizlik arasındaki denge için ne denebilir, yani makûl oldukları sürece normallik budur, iyileşme budur.
ke

Tuesday, May 14, 2024

Özgürleşen Seyirci //Jacques Ranciere


Öncelikle politika, iktidarın uygulanması veya iktidar mücadelesi değildir.

Politika, ilkin bireylere ve gruplara belli tipte bir mekân ve zaman, belli bir var olma, görme ve söyleme biçimi tahsis ederek bireyleri ve gruplan emre ve itaate, kamusal hayata veya özel hayata hazırlayan "doğal" düzenin duyumsanabilir apaçıklığını bozar.
Peki Guy Debord'a göre gösterinin özü gerçekte nedir? Dışsallıktır. Gösteri, görüşün hükümranlığıdır ve görüş de dışsallıktır, yani benliğinden yoksun kalmaktır. Seyreden insanın hastalığı şu kısa ifadeyle özetlenebilir: "Seyre daldıkça, daha az var olur."
Cehalet bilgi kıtlığı değil, bilginin zıddıdır.
Demokrasi kelimesinin gerçek anlamının bu olduğunu iddia ettiler: Arzularını tatmin etmekten başka hiçbir kaygısı olmayan bireyin sultası. Demokratik bireyler eşitlik istiyor. Fakat istedikleri eşitlik, bir metanın satıcısıyla alıcısı arasında hüküm süren eşitliktir. Yani istedikleri, tüm insan ilişkilerinde piyasanın zaferidir. Üstelik eşitliğe daha tutkun hale geldikçe, bu zafere daha bir şevkle katkıda bulunuyorlar.
Sanatçılar tahakküm araçlarına "sızma" görevini üstlendikleri zaman da görsel etkileyiciliğin gösterime hapsolması riski baş göstermektedir.
Gördüğü şeyi görmüş ve söylemiş olduğu, yapmış ve düşlemiş olduğu şeyle sürekli ilişkilendiren seyirciler olarak bizler öğreniyor ve öğretiyoruz, eylemde bulunuyor ve tanıyoruz.
Tiyatro, cahillerin acı çeken insanları görmeye davet edildikleri yerdir.

Demek ki, bir anlamda solda ironi veya melankoli var. Bu ironi
veya melankoli, tüm o yıkıcı arzularımızın hâlâ pazar yasalarına
bağlı olduğunu ve küresel pazardaki yeni bir oyuna, yani
kendi hayatımızı sınırsızca tecrübe etme oyununa yaranmaktan başka bir şey yapmadığımızı itiraf etmeye zorluyor bizi. Bu ironi veya melankoli, bizi canavarın kamına sıkışıp kalmış gibi gösteriyor ve ona karşı kullanabileceğimiz etkileşim şebekesi ile özerk ve yıkıcı
pratiklerde bulunma yeteneğimiz bile canavarın yeniden güçlenmesinden, gayrimaddi üretimin güç kazanmasından başka bir şeye yaramıyor.
Deniyor ki bu canavar, güya en beğenilen metaları en iyi fiyata
sunarak, hayatını sonsuz imkânlarla dolu, bereketli bir toprakmış
gibi tecrübe etme olanağını vererek potansiyel düşmanlarının
arzu ve yeteneklerine el koyuyormuş. Böylece kim ne isterse onu veriyormuş: Ahmaklara realite-şovlar, kurnazlara ise sayısız kendini
değerlendirme olanağı. Kapitalist iktidarı düşüreceklerine inanarak,
ona muhalif enerjilerden beslenip zindeleşme fırsatı verilenlerin düştükleri tuzak budur işte, diyor bize melankolik söylem.
Özgürleşen Seyirci
Jacques Ranciere
Metis Yayınları
Tüm ifadeler:

Yardım!




Yardım!

''Düşünceler değişirse hisler değişir. Fakat düşünceler hemen, hisler ise zamanla değişir. Bu yüzden doğru düşünmede ısrar ve sabır gerekir.''

İnsanlar // Matt Haig

İnsanlar şiddet ve hırsla şekillenmiş kibirli bir türdür. Yaşadıkları gezegeni, şu an için erişimleri olan yegane gezegeni yıkımın eşiğine getirdiler. Bölünmelerle, kategorilerle dolu bir dünya yarattılar ve kendi aralarındaki benzerlikleri görmeyi beceremediler. Teknolojiyi insan psikolojisinin uyum sağlayabileceğinden daha büyük bir hızla geliştirdiler ve hepsinin delisi olduğu para ve şöhret için ilerlemeye çalışıyorlar hala.

Asla bir insanın yüzüne bakıp da o insanın bütünün suçlarıyla ilişkisini göz ardı etmemelisin. Gülümseyen her insan yüzü, hepsinin meyilli ve ne kadar dolaylı olursa olsun sorumlu olduğu dehşetleri gizler.
Benim bir adım yok. Adlar bireysel benliği kolektif iyiliğin üstünde tutan türlere özgü bir semptomdur.
İnsanlar
Matt Haig

Mermer Yalıyar // Ernst Jünger

İnsan uçurumdan aşağı düşüyorsa, çok keskin bir gözlükle bakar gibi, soğukkanlılığın son derecesiyle bakmalıdır olaylara.
İnsanlığın düzeni, yeniden doğmak için zaman zaman kendini ateşe atmak zorunda olmasıyla, evrene benziyordu.
Sözcük hem kral hem sihirbazdır.
Ve dünya fişek gibi saçılsa da,
dönüşümümüz ateş ve akkordur.
İnsanlık tarihinin şeytanlığa kaymak üzere olduğu anlar sürekli yinelenir.
Mermer Yalıyar
Ernst Jünger


Temel ilkesi, doğa tarihindeki her kuramın dünya üzerindeki yaratılışa bir katkı anlamına gelmesiydi, çünkü insan aklı yaratılışı her çağda yeniden yorumluyordu ve her yorumda, gelişen ve kısa süre sonra solan bir yapraktakinden daha fazla bir gerçeklik yaşamıyordu. Bu nedenle kendisini "yaprakların içinde yaşayan" Phyllobius olarak adlandırıyordu; alçakgönüllülük ve gururun o tuhaf karışımı içinde yaşayan Phyllobius.





Monday, May 13, 2024

Ferdydurke // Witold Gombrowicz

Kendinizi gururla sanatçı olarak nitelendirmek yerine, yalnızca: "Ben sanatla belki başkalarından biraz daha çok uğraşıyorum" demeniz daha sağlıklı olmaz mı?

Kendi sürekli gelişmesini gerçekleştirmeyen bir yaşam yukarıdan yapılmaya başlanan bir eve benzer ve kaçınılmaz olarak, benliğin bölünmesiyle sonuçlanır, tıpkı şizofrenide görüldüğü gibi.
Kurtaracak bir şerefimiz kaldı, bari onu kurtaralım.
Kendinizi herhangi birine hocalık yapabilecek, onu aydınlatabilecek, yönlendirebilecek, yükseltebilecek ve de ahlaken yüceltebilecek üstün varlıklar saymayı bırakmanın artık vaktidir. Bu üstünlüğü size kim garanti etti?

Bu bendim ya da bu olan bendim ya da bu ben değildim, ama yine de ben buydum.

İnsan evrensel olmalı, ruhen ve bedenen gelişmeli, her zaman güzel kalmalı! Ben insanın bütünlüğünden yanayım. Akşamları alnımı pencerenin camına dayayıp gözlerimi kapamaktan hoşlanırım; işte o zaman dinleniyorum. Sinemayı severim, ama müziğe bayılıyorum.
Gerçeklik, safça kuruntulardan ve yalan kurgulardan hep daha zengindir.

Ferdydurke
Witold Gombrowicz

Günlük // Witold Gombrowicz

Günlük // Witold Gombrowicz
Çılgın, fantastik, içgüdüsel, öngörülemez, sorumsuz oldukça, daha ayık, kendine egemen ve sorumlu olmak zorundasın.
Çocukluğa izin vermek, yetişkinliği iflasa sürüklemek gerek.
Bilgi, ruhları sakinleştirmek için değil, titreşim ve gerginlik yaratmak için vardır.
Biz bedenin mantığı ile kırılmıştık, karmaşık etkinliklerin yaratısıydık, bildiğimiz doğanın değil, insan doğasının ürünüydük, biz, insanlığın ürünüydük, insan doğası olan “ikinci doğanın” üretimiydik. sapkınlıktık, rafineliktik, karmaşıklıktık, ruhtuk, biz mutsuzlar!..
Sanatçı, kendi kendini iyi eden bir nevrotiktir, başka kimse onu iyileştiremez.
Biz geçmişin mi­rasçısı değiliz, ne akıl, ne erdem ne de günah adına hiçbir şeyin mirasçısı değiliz; herkes yalnızca ve yalnızca kendinden sorumlu, herkes sadece kendisi.
Zaman değişiyor, biz de zamanla birlikte değişiyoruz.

Sunday, May 12, 2024

Var Olma Eğilimi // Emil Michel Cioran

Kendimi her şeyden kurtarmaya, kendimi kökümden sökerek yükselmeye çalışıyorum.
İnsan beni çekiyor, korkutuyor da, onu hem seviyor hem de tiksiniyorum ondan, beni edilgenliğe mahkûm eden bir coşkuyla.
Mağlubu kendine acıyan biri sanmayın; o, karşı karşıya geldiği tehlikelere karşı kendini savunacak enerjiye sahiptir.
Sadece kendi boşluğuna alışan, varlık ya da nesnelerden, bütün ilişkilerden arınmış zihin özgürleşir.
Var Olma Eğilimi, Emil Michel Cioran 

Yaralı Bilinç // Daryush Shayegan

Bir yerlerde bir şeyler değişmek zorundaysa, bu değişim, kafaların içinde temeller düzeyinde, hatta en derin ve en mutsuz bilinç düzeyinde olmalıdır.
Yaralı Bilinç, Daryush Shayegan 

Hayvan Müzesi // Carlos Fonseca

Ruhun hayatı ölümden ya da yıkımdan korkan hayat değil, ölümü sahiplenen ve onunla birlikte yaşayan hayattır. Ruh ancak mutlak parçalanmanın içinde kendini bulabildiği zaman gerçeğine ulaşır... Ruh olumsuzla yüzleşerek ona katlanabilen güçtür..

Carlos Fonseca, Hayvan Müzesi

Kral Fare // China Mieville

"Bir tuzak sadece onu bilmiyorsan tuzaktır. Eğer ondan haberdarsan artık bir meydan okuma olur."

China Mieville, Kral Fare

Yalnızlık // Arthur Schopenhauer

Yalnızlık, tüm seçkin zihinlerin yazgısıdır. Zaman zaman bundan yakınacaklardır ama her zaman kötünün iyisi diye bunu seçeceklerdir.

Arthur Schopenhauer

Olmak Cesareti // Kemal Sayar

Kemal Sayar, Olmak Cesareti

Konuşmak iyileştirir. Yüz yüze konuşmak kendimize ve başkalarına daha çok saygı duymamızı, başkalarıyla daha güzel bir biçimde ilgilenmemizi mümkün kılar.
Büyükler çocuklaşıyor, çocuklar büyüyemiyor. Kitle kültürünün içinde renksiz, kokusuz, kimliksiz ve kişiliksiz kaldığımız için içimizdeki boşluk büyüyor…
Yaşamak yorulmaktır. İnanmak cesaret ister: Olmak cesareti.
Maslow' a göre, çağımızın nihai hastalığı "değersizliktir"

Saturday, May 11, 2024

Yara // China Mieville

 

İşime yaramayacak bir bilgiye sahibim, kontrol edemediğim bir
yolculuktayım, paylaşmadığım ya da anlamadığım amaçlarım var ve
terk ettiğim bir yuvayı, hiç gitmediğim bir yeri özlüyorum.

Şimdi birlikte sarhoş olalım, ne dersin? Kendine bir bak, senin tarafında olduğum için nasıl da keyiflisin. Şimdi ne yapacağımızı konuşalım, sen ve ben... -yaltaklanan ya da korkan değil, gördüğünü beğenen biri gibi-

China Mieville, Yara

Yan Değiniler // Ludwig Wittgenstein

Kendine bak - kendini hiçbir zaman anlamayacaksın. Çünkü kendini bir dizi tasarım içinde görüyorsun, sonunda da dağılıp gidiyor hepsi. Çünkü...