Uygarlığın gayri şahsi karakteri, sembolik olanın hakimiyetiyle birlikte artıyor. Semboller (örneğin ulusal bayraklar) türümüze, hemcinslerimizi insandan saymama izni vererek, sistematik türiçi katliamı mümkün kılıyor...
Ayaklanma öncesinde gelebilen işitilmemiş bir nota olarak sessizlik...
Binlerce nesil boyunca insanlar seher vakti uyanıp, güneş battıktan sonra uyudular; gündoğumunun, günbatımının ve yıldızlı gökyüzünün tadını çıkardılar. Beş yüz yıl önce kent çanları ve saatler, gittikçe düzenli ve denetimli hale gelen bir gündelik yaşamın haberini verdiler; yani kentsel zaman tutmanın saltanatını. Moderniteyle birlikte, yaşanmış zaman gözden kaybolur; zaman bir kaynağa dönüşür, nesneleşmiş bir fiziksel maddeye. Ölçülen, şeyleşen zaman, bireyi, derinleşen bölünme ve ayrışmanın, gittikçe küçülen bütünlüğün kuvvet-alanı içinde tecrit eder.
Yüksek İnsan bir trajedidir. Kendi mezarlarıyla birlikte, yeryüzünden geriye bir savaş alanı ve çoraklaşmış yer bırakıyor. Bitki ve hayvanı, denizi ve dağı kendi çöküşünün içine çekmiştir. Dünyanın yüzünü kanla boyamış, sakatlayıp kötürüm bırakmıştır dünyayı...
Konuşan kişiyi çelişkiye düşüren şey öğrenmek zorunda olmasıdır, hiçbir canlı bu derecede öğrenmeye muhtaç değildir, insan seksi bile öğrenmek zorundadır, onların da kişilikleri vardır, duyguları vardır ve onlar vardırlar ve vardırlar sadece.
İnsanı ise dili rahat bırakmaz, beyni rahat bırakmaz, o ister yüksek sesle olsun ister düşük sesle kendi kendine konuşan bir deliye dönüşmüştür. Belki de tüm ilerleme fırtınası bu eksiklikten kurtulmak için dikkati başka yere odaklamaktan kaynaklanmış olabilir. Hristiyanlıkta başlamış olduğu düşünülen bir önermeye sahibiz, tamamlanmış bir canlı olduğumuz gibi Tanrının en değerli yaratığı olduğumuz önermesi, peki ya bu yanlışsa?
Artık Büyük Vedalaşma'ya doğru insafsızca yol alıyoruz. Sefil ruhunuzdan arta kalan şeyin çukurunda gelişini hissediyorsunuz,bir kişinin akıttığı gözyaşlarının sebebinden daha büyük olan yuvanın kesin kaybını hissediyorsunuz. Size ve bana ait mahrem hıçkırık, kitlesel bir ağlayışla birleşecek...
Hangi ihtiyaç mevcudiyet açlığımızdan daha büyük olabilir? Bu nitelik öylesine önemli ki onun yokluğu yoksulluğumuzun göstergesidir...
Derinlemesine radikal bir kadın kurtuluşu olmadığı sürece, artık her yerde korkunç bedellere mal olan ölümcül dalavere ve kötürümlüğün ellerine teslim ediliyoruz. Toplumsal cinsiyetin olmadığı başlangıçtaki bütünlük, kurtuluşumuz için bir reçete olabilir pekala...
Kendini yenilemeye yönelik yaşamın harika kapasitesinin aleyhine işleyen her şeyin ortadan kaldırılması olarak iyileşme. İnanıyorum ki anarşinin ruhu da buna benziyor. Yolunuzu tıkayan şeyi ortadan kaldırın ve sizi bekleyen, orada duruyor işte...
Makinelerin Alacakaranlığı, John Zerzan

No comments:
Post a Comment