Kaç kulaç olduğu kestirilemeyen kuyulara benzetilebilir sanatçılar. Öyle kuyular ki, başlarında çağlar dikilir, yargı ve bilgilerini taş parçaları gibi bilinmedik derinliklerinden içeri bırakır ve çıkacak sese kulak kabartırlar. Ama atılan taşların düşmesi binyıllar boyu hâlâ sona ermemiştir. Geçmiş çağların hiçbiri, kuyuların dibine vuran bir taşın sesini işitebilmiş değildir şimdiye kadar.
Sanatçı olmak hesap kitaptan anlamak ve sayı saymasını bilmek değildir; özsuyunu dallarına yollamakta acele etmeyen, ardından yaz gelmeyecek diye kuşkuya kapılmaksızın bahar mevsiminin fırtınalarına gönül rahatlığıyla göğüs gerebilen bir ağaç gibi olgunlaşmaktır. Nasıl olsa çıkıp gelecektir yaz ama önlerinde sonsuz bir zaman varmış gibi hiç tasa etmeksizin bir sessizlik ve içgenişliğiyle bekleyenler için gelecektir. Her geçen gün yeniden öğreniyorum bunu, acıların eşliğinde öğreniyorum kendilerine şükran borçlu olduğum acıların eşliğinde sabrın her şey demek olduğunu.
Bildiğimiz herşey yüzey değil midir? Bir nesnenin içini o nesne yüzeye dönüşmeden nasıl algılayabiliriz?
Bu arada herkesin unuttuğu bir şey var, yeni biçim bulunur yalnızca ama aranamaz. Yeni yaşamın organizmayla ilişkisi karbonun elmasla ilişkisine benzer. Kuşkusuz elmastan karbon çekilip alınabilir, ama karbon asla yoğunlaştırılıp yeniden elmasa dönüştürülemez.
Bir kez yeryüzünde yaşamakla yükümlü kılınmışız, başımıza gelen her kötülüğü ölümle yeni bir mahremiyet ve dostluğa dönüştürmek zorundayız; çünkü onu kavrayıp onunla başa çıkacak kusursuz şekilde tasarlanmış duygularımız var, bu duygularla söz konusu yükümlülüğün gereğini yerine getirmeyip de ne yapacağız? Hem Tanrı'nın bize bağışladığı bir şeye hayranlık duyma yükümlülüğünden nasıl kaçabiliriz? Bir hayranlık ki, gelecekteki o sonsuz hayranlık için gereken tüm hazırlığı içinde barındıracaktır.
Her bitmiş şeyin çevresinde bitmemiş şeyler yükseliyor, büyüyor.
Rainer Maria Rilke
No comments:
Post a Comment