Zihin ile beden, hayvan ile insan, organizma ile makine, kamusal ile özel, doğa ile kültür, erkekler ile kadınlar, ilkel ile uygar arasındaki ikiliklerin hepsi ideolojik bakımdan sorunludur.
Benim savunduğum argüman, yeni yeni ortaya çıkan ve gerek yeniliği gerekse kapsamı bakımından sanayi kapitalizminin yarattığı düzene benzeyen bir dünya düzeni sisteminde sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyetin doğasında meydana gelen temel değişikliklerle ilgili iddialarda kök salmış bir siyasettir; biz bir organik, sanayi toplumunda çok şekilli bir sisteme, enformasyon sistemine (tam işten tam oyuna, ölümcül bir oyuna) yönelmiş bir hareketin içerisindeyiz.
Bizim makinelerimiz rahatsız edici derecede canlılık sergilerken, kendimiz ürkütücü derecede atalet içindeyiz.
Hemen her nesne ya da kişi, akla uygun bir çerçevede 'dağılmış' ve 'toplanmış' olarak düşünülebilir; hiçbir 'doğal' mimari, sistem tasarımını kısıtlamaz.
Beyaz kadınlar (sosyalist feministler dahil olarak), 'kadın' kategorisinin masum olmadığını keşfetmişlerdir (daha doğrusu, bağıra çağıra bunu kabul etme noktasına getirilmişlerdir).
Siborg feministler, 'biz'im artık doğal bir birlik matrisi istemediğimizi ve hiçbir kurgunun/yapının bütün olmadığını savunmak durumundadırlar.
Ben, şahsi bedendeki ve siyasal topluluktaki sınırların geçişkenliğini ve mekanlarla kimlikler bolluğunu akla getiren bir ağ benzeri ideolojik imgeyi tercih etmekteyim. ‘Ağ oluşturmak’, hem feminist bir pratik hem de çok uluslu şirketlere özgü bir stratejidir, ağ örmekse muhalif siborglara göredir.
Siborg Manifestosu
Donna Haraway
No comments:
Post a Comment