Thursday, July 31, 2025

Sessizliği Dinlemek 2 // Osho

 Sessizliği Dinlemek // Osho

Farkında olmak, her şeyin size bağlı olduğunu bilmektir.
İnsan kendi evini başkalarının evlerinin kapılarını çalarak bulur.
Tek bir kavramın tüm insanlık tarafından benimsenmesi mümkün değil.
İyi ve kötü birbirinin karşıtı değildir; birlikte vardırlar. İnsanın ikisini de olma olasılığı vardır, bu yüzden hangisini arıyorsanız onu bulabilirsiniz. İnsan bazı durumlarda iyi, bazı durumlarda kötü olur. Onu yargılamanız durumu nasıl tanımladığınıza ve bakış açınıza bağlıdır.
Bizler asla insan zihninin kendi bütünlüğü içinde çiçek açmasına izin vermedik. Hep bir parçasını diğerine tercih edip ötekini inkar ettik. Tüm acı ve sıkıntılar bundan doğdu.
Kendinizi tembel hissederken başka, aktif hissederken başka, uykunuz geldiğinde başka duygular ortaya çıkar. Aradaki farklar çok iyi bilinmelidir. Ancak o zaman bedeninizin iç yaşamını tanıyabilirsiniz. Ancak o zaman içsel tarihinizi; çocukluğunuzun, gençliğinizin ve yaşlılık döneminizin coğrafyasını bilirsiniz.
Gerginlik ne olduğunuz ile olmak istediğiniz arasındaki boşluktur, uçurumdur. Uçurum ne kadar büyükse, gerginlik de o kadar büyük olur. Küçükse küçük olur. Arada hiç boşluk yoksa kendinizden memnunsunuz. (Tek gerginlik kaynağı kişisel değildir. burada da olması gerekenle olan arasındaki farkı gerginlik olarak duyumsarız.)
İsa, "Tanrı her taşın altındadır" der, ama siz yalnız taşları görüyorsunuz. Taşlaşmış zihninizi değiştirmelisiniz. Saydam olun.
Wittgenstein bu ayırımı yapmıştır. O, bazı gerçeklerin sözcüklerle ifade edilebileceğini, bazılarının ise yalnızca gösterilebileceğini söyler. Bir şey ancak başka şeylerle birlikte olduğunda tanımlanabilir. Başka şeylerle bağlantılıdır, kıyaslanabilir. Örneğin bir masanın iskemle olmadığını güvenle söyleyebiliyoruz. Onu, başka bir şeyi referans alarak tanımlayabiliyoruz. Bir başlangıç ve bir bitiş sınırı var. O sınırdan sonra başka bir şey başlar. Aslında tanımlanan yalnız bu sınır. Tanım, bir başka şeyin başladığı sınır anlamına gelir.
Yaşam devinim demektir. Olduğumuz yerde kalmamız imkansızdır. Ya daha yüksek bir bilinç düzeyine doğru evrim geçiririz ya da gerileriz. Seçim bizimdir. Seçmememiz söz konusu değildir. Seçmemek bile bir seçimdir. Çoğu insan (olumsuz anlamıyla) hiçliği seçer. Bu bilinçsizliğe dönüştür.

Wednesday, July 30, 2025

Kendini Gerçekleştiren İnsan // Maslow

Maslow zamanının çoğunu "kendini gerçekleştiren insan" dediği ve yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışan insana ayırdı. 4 boyutu vardır:
Farkındalık: hayata saygı duymayı ve zevk almayı sürdürebilme
Gerçeklik ve problem merkezli olma: problem çözmeye odaklı olma
Kabul etme ve kendiliğindenlik: çevrelerini ve değişimleri kabul etme
Humor duygusu: başkalarıyla dalga geçmeden hayatı mizahla karşılama
Yaşadığımız her an önümüzde iki seçenek vardır: gelişime doğru bir adım atmak ya da güvende hissetmek için bir adım geri kalmak.
Evet denge ve uyumluluk acıyı azalttığı için iyi olabilir; ama belki de daha yüce bir ideale doğru ilerlemenizi engellediği için kötüdür.
Bilginin peşine kaygıyı azaltmak için düşebildiğimiz gibi kaygıyı azaltmak için bilgiden kaçıyor da olabiliriz.
Abraham Maslow

(Sahip olduğunuz bilgileri, kelimeleri, durumları, duyumları, olasılıkları, olanakları, fikirleri, anlamları, kavramları, insanları, hikayeleri artırın. Zira dünya; çivinin yanında çok daha fazla şeye sahip..) 

Tuesday, July 29, 2025

Sessizliği Dinlemek // Osho

Hiçbir şey bilinçsizce yapılmaz. Her şey ya bilinçlidir ya da bilincin daha derin bir boyutunda olur.
Bir şizofrenin merkezi yoktur. Ve hepimiz bu durumdayız! Topluma uyum sağlamışız, hepsi o kadar. Aramızda yalnız derece farkları var.
Ama genelleştirilen gerçekler yanlıştır. Ancak bir kişiye yöneltildiğinde anlamlı olurlar.
Yalnız olmak yegane gerçek devrimdir. Çok büyük cesaret gerektirir. Bir kişi bilinçlendiği anda yalnız olur. Bilinciniz ve farkındalığınız ne kadar artarsa o kadar yalnızsınız. (İki kişinin bir an için bile olsa birbirlerini anlamasına da devrim diyemez miyiz acaba, çünkü bir kere birbirini anlayan insanlar artık hep birbirlerini anlayacaklardır, diyor, Tarkovski.)
Bireysel çabanız olmadan aydınlandığınızda, o aydınlanmanın değeri yoktur.
Hayır denebilir; evet denemez. Evet yaşanmalıdır.
Değişimi yaratacak olan bilinmeyen, bildik olmayandır.
Gerçek güzelliktir; geri kalan her şey yalnızca entelektüeldir. Bir şair, bir ressam ve dünyayı kalbinin penceresinden gören biri için güzellik olmadan gerçek çıplak kalır. Böylece entelektüel zihin ile duygusal zihin birbirlerini anlayamaz. (Hakikati dile getiren düşüncelerin estet bir yönü olduğuna inanırım.)
Sessizliği Dinlemek

Osho 

Doğanın Düşmanı // Joel Kovel

Egemen düzene alternatifler düşünenlerin nezih entellektüel cemaatten ihraç edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir zamanda yaşıyoruz. Gençliğimde ve benden birkaç kuşak önce, kapitalizmin köşeye sıkışmış olduğu ve ayakta kalıp kalamayacağının hiç de belli olmadığı konusunda bir fikir birliği vardı. Son yirmi (kırk) yıl içinde ise neoliberalizmin yükselişi ve Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile birlikte, kapitalist sistemin çevresi bir olmazsa olmazlık, hatta ölümsüzlük hâlesi ile kaplanıverdi. Entelektüel sınıfların, hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmediği, bütün imparatorlukların bir gün çöktüğü ve yirmi (kırk) yıllık bir yükseliş döneminin tarihte çok küçük bir zaman dilimine tekabül ettiği şeklindeki tecrübeyle sabit gerçekleri görmezden gelip bu tür absürd çıkarımların peşinden koyun gibi gitmeye bu kadar meraklı oluşları hayret verici.
Karşı konulmaz biçimde büyüme ve bu büyümenin insanın varoluşu için gerekli olan doğal ortamı apaçık bir biçimde bozup yok ediyor olması, en yalın ifadeyle, mevcut toplumsal düzende yok olmaya mahkûm olduğumuz ve varlığımızı sürdürmek istiyorsak, bu düzeni en kısa zamanda değiştirmemiz gerektiği anlamına gelmektedir.
İnsanın bu bariz ve korkunç hakikati haykırası geliyor...
Doğanın Düşmanı

Joel Kovel 2002 

Monday, July 28, 2025

Kötülüğün Şeffaflığı // Jean Baudrillard

"Bu belirsizlik, paradoksal bir biçimde, bir olumluluk fazlasından, olumsuzluk oranındaki kaçınılmaz bir düşüşten ileri gelmektedir. Toplumlarımızı bir tür lösemi zaptetti, serumla yaratılan bir canlılık içinde olumsuzluğun bir tür çözülmesi zaptetti. Ne Fransız Devrimi ne Aydınlanma felsefesi ne eleştirel ütopya çelişkileri aşarak gerçekleşmeyi başardı; eğer sorunlar çözülmüşse bu, dengeleyici olumsuzluğun kapı dışarı edilmesiyle, olumluluk ve olgusallığa tamamen mahkum bir simülasyon boyunca lanetli enerjilerin dağılması ve kesin bir şeffaflığın yerleşmesiyle oldu. Durumumuz biraz gölgesini yitirmiş adama benzer: Üstüne düşen ışık karşısında şeffaflaşmıştır ya da her yandan aydınlatılmış olarak, korunmasız biçimde tüm ışık kaynaklarından aşırı ışık almıştır. Teknikler, görüntüler ve enformasyon da bizim her tarafımızı aydınlatmaktadır; bu ışığı kırıp geri yansıtamıyoruz ve beyaz etkinliğe, beyaz bir toplumsallığa, para, beyin ve bellek gibi, bedenlerin de temizlenmesine, tam bir asepsiye (mikropsuzlaşmaya) mahkumuz. Sonunda şiddetin ve olumsuzluğun yasak edildiği bir toplum ve böyle bir toplumu oluşturan bireylerden başka kimsenin kalmadığı dev bir estetik cerrahi girişimiyle şiddet ve tarih temizleniyor. Oysa kendini mevcut haliyle yadsımayan her şey kökten belirsizliğe ve bitmeyen bir simülasyona mahkumdur."

-Jean Baudrillard / Kötülüğün Şeffaflığı- 

Sunday, July 27, 2025

Hayat ve Anlamı // Kaan Sezyum (Hikaye)

Hayat ve anlamı
KAAN
SEZYUM
Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi içip tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapıp TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti… Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş, bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık.
Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?

Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok. 

Saturday, July 26, 2025

Dürtüler / Değerleri Yeniden Değerlendirme

Dürtüler / Değerleri Yeniden Değerlendirme
Lütfen dürtülünüz.. 🙂
"Böylece, başlıca sav şudur: Nietzsche’nin dürtü kavramı ile metafor kavramı arasında içten bir bağ vardır. Dürtüler doğal olarak verilmiş insani olanaklardır. Ama doğal içgüdüler gibi kalıcı değildirler. Onlar toplumsallaşırlar ve her kültürün somut hayat durumuna uygun olarak anlatım kazanırlar. Anlatım daima değer yüklüdür, bir dizi metafordan oluşan ahlaki bir sistemin dilini sergiler. Dürtüler bozulmuş olabilir ve akıl mutlaklaştırılmış metaforların egemenliği altında kalarak, gerçek duyumsal hayatın bir düşmanı haline gelebilir. Metaforlar eskiyebilir ve dürtüler yeni metaforları bulmak ve onları etkili kılmak için yeniden canlandırılma ihtiyacında olabilirler."
"Dürtüler ayrı cinsten hayati güçlerdir. Betimlersek metaforların arkasında dururlar ve onları belli hedeflere yönlendirirler. Onların merkezi bir dürtü etrafında organize olma ihtiyaçları vardır. Bu da en üst aşamada estetik dürtüdür.
Bilgi dürtüsü reflektiftir (insanın bir konu üzerinde ilk söylediğini ikinci kez düşünmesi; felsefi terminolojide sujenin geri bükülmesi anlamına gelir) ve ahlaki davranışı bir bilgi konusu haline getirmek, bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesine dair büyük sorunu ortaya çıkarır."
"Bilgi dürtüsüne egemen olmak, onun efendisi olmak, üç şekilde görülebilir:
a) Bilgelik, birikmiş bilgiye baskın geldiğinde, ona egemen olduğunda yaratıcı bireyin sesi duyulur.
b) Ahlak, bilgiye egemen olursa hayat kısırlaşır, çünkü kateşistik öğretiye dayanan metaforlar mutlak itaat ve uyum isterler (mevcut davranış kurallarına).
c) Bilgiye bilim egemen olursa, felsefi bilgelik denetimi yitirir, bilimci, özünde ahlakçıdan hiç farkı olmayan bir terminoloji ile, vaaz veren bir terminolojiyi dikte eden, bir vaiz şekline girer. Bilim ahlakileştirilmiş bir otorite olur, kuşkucu bilgelik pahasına."
Kateşistik öğreti, gerçeği ya da hakikati tanımladığını iddia eden öğretidir, geleneksel görünümü kurumsallaşmış dinler, modern görünümü ideolojilerdir. Dolayısıyla sosyalizm bir tür kateşistik öğretidir ve bu kısır noktasının görülmesi gerekir, gerçek mutlaklaştırılmış bir sabitten sürekli taştığı için, kateşistik öğretilerin mezheplere ve fraksiyonlara bölünmesi kaçınılmazdır, bu bağlamda sosyalizmin tarihte anarşizmi dışlaması ve bastırması yirminci yüzyılın en büyük hatasıdır, anarşizmin bir -izm olarak tanımlanmış olması da çok büyük bir talihsizliktir, anarşizmin bugünü adlı kitabın arka sayfasından eklemem gerekirse:
“Kimin haklı kimin haksız olduğuna, kimin gerçeğe daha yakın durduğuna ve hangi yolun bireyin ve herkesin en fazla yararına olduğuna hiç kimse kesin olarak karar veremez. Özgürlük, deneyimle gerçeği ve en iyiyi bulmak için yegane araçtır ve yanılma özgürlüğünün olmadığı yerde özgürlük yoktur.”

Friday, July 25, 2025

Thursday, July 24, 2025

Umudun Ruhu // ByungChul Han




Byung-Chul Han’a göre umudu öldüren şey umutsuzluk değildir; tam tersine, umutsuzluk umudun başlangıç noktasıdır, yolculuğun ilk adımıdır. Kitabın girişinde açıkladığı üzere, umudun karşıtı korkudur. Yazarın deyişiyle: “Bir krizden diğerine, bir felaketten diğerine, bir sorundan diğerine sürükleniyoruz. Çözülmesi gereken o kadar çok sorun ve yönetilmesi gereken o kadar çok kriz varken hayat hayatta kalmaya indirgenmiş durumda.” Güney Koreli düşünür için hayatta kalma modunda yaşamak bizi depresyona ve korkuya zincirliyor ki bu da harekete geçmemizi imkânsızlaştırdığından kapıları kapatıp özgürlüğümüzü elimizden alıyor. Gelecekten korkan biri kendi geleceğini düzenleyemez ya da geleceğini yaratamaz. Bir çeşit kendini gerçekleştiren kehanetin parçası olur.

Byung-Chul Han’ın dikkat çektiği gibi, korku sözcüğünün Almancası (Angst), Latince’de gerginlik veya darlık anlamına gelen angustia sözcüğünden gelir. Başka bir deyişle, korkumuz ne kadar büyük olursa hareket alanımız o kadar daralır. Bu yüzden gergin biri, öyle ya da böyle, köşeye sıkışmış hisseder.
Panzehir umuttur çünkü düşünürün sözleriyle, “bize yol boyunca işaretler bırakır. Umut ilerlememizi sağlayan tek şeydir. Bize anlam ve yön verir […] Ve eylemlerin bir anlam ufkuna ihtiyacı vardır.” Nasıl ki korku bir şeyleri imkânsız kılıyorsa, umut da, Danimarkalı düşünür Søren Kierkegaard’ın tanımlamasıyla, mümkün olan şeyler için duyulan tutkudur.
Bu değerlendirmeleri pratik anlamda özetleyecek olursak, üç sonuca varabiliriz:
1. Umutlu olmak yeni olasılıklar görmektir. Başka bir deyişle, mevcut durumumuzdan uzak olsalar bile başka durumları öngörmek. Byung-Chul Han, Yeni Ahit’teki Romalılara Mektup’tan bir alıntı yapıyor: “Görülen umut, umut değildir: Gördüğü şeyi kim umut eder?” Yani umutla ilgili vizyoner bir şey var.
2. Bir pasif umut vardır, bir de önetkin (proaktif) umut. İlki bizi gelişmelerin insafına bırakır. İkincisi yeni olasılıkları hayata geçirmek için çalışmamızı gerektirir. Nitekim, Fransız oyun yazarı Gabriel Marcel umudun bir dokuma olduğunu söylemiştir: “Süregelen bir deneyimin dokusunda […] henüz sona ermemiş bir maceranın içinde saklıdır.” Yani, daha iyi bir şeye doğru ilerleme süreci ile ilgilidir.
3. Umut her şeyin geçici olduğunu varsaymak demektir. Dolayısıyla, zor bir durumdan çıkmamız sadece bir an meselesidir. Umutsuz kişiler genellikle içinde bulundukları durumun kalıcı olduğuna inanırlar. Depresyondaki bir kişi kendini asla daha iyi hissetmeyeceğine ikna ederken, tüm dünyanın kendisine karşı olduğunu hisseden kişi ömür boyu mahkum olduğuna inanır. Bu ıstıraptan kurtulmak için kişi parçayı bütün olarak kabul etmekten kaçınmalıdır. Her kötü an hikâyenin sadece bir bölümüdür. Bir sonraki farklı olabilir. Doğru eylemlerle olaylar ve koşullar değişecektir.

Wednesday, July 23, 2025

Ulrike Meinhof




Mantığıma uygun olanlar dışında düşüncelerimi, fikirlerimi ya da davranışlarımı etkileyecek hiçbir kısıtlamayı kabul etmeyeceğim.
Kadın olmanın, sonuçta bu dünyanın zalimliğini tanımak gibi büyük bir avantajı var.
Bu dünyada hepimiz yapmamız gerekeni yapıyoruz, Robert. Elimizden gelenin en iyisini. Bazen maskeler takıyoruz, bazen kendimiz olabiliyoruz, bazen maskeler gerçek yüzlerden daha gerçek oluyor.
Biz insanların birbirini yargılamaya, günahlarından sual etmeye hakkı yoktur. Hatta başkalarının günahlarını düşünmek de bize düşmez.
Şüphesiz bilgi paradan bile daha değerlidir.
Eğer kontrol etme ihtiyacı duyuyorsan bu aşk değildir.

Ulrike Meinhof 

Mutsuz Olmak // Wilhelm Schmid

Mutsuz Olmak // Wilhelm Schmid
(Mutsuz olduğumuz zamanlar başkalarının mutsuzluğunu daha bir derinden duyarız. Beyaz Geceler, Fyodor Dostoyevski)
(Benim kişisel düşünceme gelince, yalnızca mutluluğu, esenliği sevmek çirkindir bile. Yeraltından Notlar, Fyodor Dostoyevski)
''... insanları hoşnutluğun verdiği mutluluğa adanmaya çağırmak ve bundan bir ideoloji, bir hoşnutluk ideolojisi çıkartmak sorunludur.''
[...] daima yapacak bir şeyler vardır. İnsanı mutlu eder mi bu?
Muhtemelen, tam da mutsuz olmayı insan olmanın bir imkânı olarak kabullenirseniz, evet.
[...] yas tutmak gülmeye
yeğ tutulur, zira bu tecrübe “kalbi iyileştirir”.
Bir melankoliğe en iyi gelecek şey müzik dinlemek veya bizzat müzik yapmaktır, çünkü müzik melankoliyi mükemmel bir anlayışla karşılar.
Sadece hayatta kalmak ve ödevlerin ifası değil de mutluluk olabiliyorsa insanın meselesi, bu büyük bir kazanımdır. Herkes, kendisi için arzuladığı hoşnutluk ölçüsüne erişmeye layıktır.
Mutlulukta hermenötik bir yük vardır, başka her şeyden fazla, yoruma bağlıdır. Belki de ana kural budur: insanlar ne denli pozitifte ısrar ederlerse, o denli negatife batarlar.
…insan berbat bir şeyi onla yaşanabilir kılacak şekilde yorumlayabilirdi, çünkü başımıza gelen değil de onun hakkındaki kanaatimizdi canımızı sıkan.
Ama hakikati istediğiniz gibi eğip bükemezsiniz. Asıl büyük yaşama becerisi, talihin gölgeli yanında lazımdır insana, gökten bahtsızlık yağarken, herhangi bir şeyi kabullenmek zor geldiğinde.
Bir şey dileyebilecek olsam kendime
Azıcık mutlu olmayı isterdim
Çünkü, fazlaca mutlu olsaydım
Üzüntünün hasretini çekerdim.
Mutluluk normatif bir anlam kazanmış bulunuyor, yeni bir norm nakşediyor insanın alnına[...]
Ne kadar çok insan, sırf mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyordur acaba?
Gerçi "havasında olmayan" insan sosyal ölüm tehdidi altındadır, kimse onu yakınında istemez. Ama "her zaman keyfi yerinde olan"ın durumu da her zaman iyi değildir, çünkü o da hoşnutluk hissini sonsuza kadar sürdüreyim diye nafile debelenirken, istemeden, çevresi için bir dayatmaya dönüşür.
Hayatın başka zamanları da vardır, pozitif olanın kıymetini onlar sayesinde bilirsiniz. Pozitif düşünmek, sorunlu şeyleri başka bir açıdan görmek için ilham vericidir. Pozitif düşünmek sadece pozitif olanı görme isteğine yol açarsa, bu sorun halini alır.
Başarı zorunluluk değildir, başarısızlık hep bir ihtimaldir.
Modern insanlar anlamı nerede bulabilirler? Belki de ancak şüphe edebilen, çaresizliğe düşebilen insan, büyük ve fevkalade şeyler yaratabilir.
Acıyı tanımasam, hazzın ne olduğunu nereden bilecektim? En yoğun mutluluk anları, acının dindiği anlar değil midir? Demin az kaldı bulanıklaşacak olan gerçekliğe ayna gibi berrak bir tanım getiren, acı değil midir?
Mutluluk önemlidir ama anlam daha önemlidir.
Oysa kendini mutsuz hissetmek, anlam üzerine düşünmek için, yani vakitlice anlamı sorgulamak için bir vesile olabilirdi. Mutsuz olmanın bizzat bir tür hastalık olarak görülmesinin anlamı nedir? Hakikatte hasta olan kimdir? Niçin bir insanın hızlı tesirli ilaçların da yardımıyla bir an evvel ''dipten kurtulmak'' için her şeyiyle çabalaması gereksin? Niçin, kötü hissettiğinde, mümkün olduğunca çabuk ''daha iyi hissetmek'' için her yola başvurması gereksin? Yönünü yeniden tayin etmek için düşünmesi, hayatında, çevresinde, toplumda, dünyada yanlış gidenin ne olduğunu ve kuvvetini topladığında doğrusunu yapmak için elinden neler yapabileceğini sorgulaması gerekmez mi?
Mutsuz olmakla baş etmek, onu sindirmek ve dayanmak çok daha zordur; kahramanca olan, böyle bir hayattır.
Duyarlılık, hâlâ kurtuluş vaat eden yegâne insan istidadıdır.
Mutluluk her zaman mutlu eder mi?

Tuesday, July 22, 2025

Hakikatin Analitiği ve Şimdinin Ontolojisi // Foucault




Kant bence, modern felsefenin bölünmüş olduğu iki büyük kültürel geleneğin temellerini atmış görünmektedir. Diyelim ki Kant, kendi dev eleştirel yapıtında, doğru bilginin mümkün koşulları sorununu ortaya atan felsefe geleneğinin temellerini atmıştır ve bu temelde on dokuzuncu yüzyıldan beri gelen bütün modern felsefe çizgisinin hakikatin analitiği olarak gelişmiş olduğu ifade edilebilir.

Gelgelelim, modern ve çağdaş felsefede, başka tipte bir soru, başka tipte bir eleştirel sorgulama daha vardır: Bu sorunun, tam da Aufklarung sorusunda ya da Devrim üzerine kaleme aldığı metinde ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu diğer eleştirel geleneğin ortaya attığı soru, "Güncelliğimiz nedir? Şimdiki zamanda yaşanabilecek mümkün deneyimler alanı nedir?" sorusudur. Burada söz konusu olan, bir hakikat analitiği değil; şimdinin ontolojisi, kendimizin bir ontolojisidir. Bence bugün için bizim önümüzdeki felsefi tercih şöyle özetlenebilir: Ya kendini genelde hakikatin analitik felsefesi olarak sunan bir eleştirel felsefe tercih edilebilir ya da kendimizin bir ontolojisi, şimdiki zamanın bir ontolojisi biçimine bürünecek eleştirel bir düşünceden yana seçim yapılabilir; nitekim, Hegel'den gelip Nietzsche ve Max Weber üzerinden Frankurt Okulu'na kadar uzanan, benim de içinde çalışmaya çaba harcadığım bir düşünce biçimi kurmuş olan felsefe biçimi budur.
Özne ve İktidar / Seçme Yazılar 2, Michel Foucault

Sessizken // Mr. Nobody

Tüm güzel fikirler sessizken gelir. Gerçeklerin analizinden değil. İyiyi ve kötüyü ayırarak değil, basit bir sessizlikle, akışına bırakarak. Tüm düşüncelerden, tüm acılardan, tüm dogmalardan, kavramlardan kurtulmak, kabullenmek ve bağışlamak.

Coşku heyecan olduğu gibi samimi ve yalındır, sabırla yeni yapraklar veririm yüzlerce kez kırılmış dallarımdan. Ve tüm acılara rağmen hala aşığım ben bu divane dünyaya. Derdimden berhudar, çilemden bahtiyarım. Cefanız hak, cezanız helal. Vazgeçtim vazgeçmekten. Artık ne bölünür, ne de birleşenim, ben hiç kimseyim, yendim adımı.
Mr. Nobody

Monday, July 21, 2025

Bir Afyon Olarak İdeoloji // Olcay Yılmaz

İdeoloji kimileri için güzel bir ütopya, kimileri içinse insanları yok eden bir araç haline gelebilir. İyiyi de kötüyü de içinde barındırabilir. Birini yüksek değerlere sahip bir devrimci yaparken birini halkını öldüren bir katile çevirebilir. Güzeli de çirkini de yaşatabilir ideoloji. Bazılarını bir intihar eylemcisi, bazılarını ise bir kahraman yapabilir. Sevgiyi de nefreti de içinde taşır. Bunlar bir ideolojiden çıkabilir ve bizler bu ideolojilerin tarafı ya da karşıtı olabiliriz. Ancak tüm bunlar hayalî ilişkiler ağının bir parçası olarak insanların yaşam süresi içerisinde oyalandığı tatlı ya da acı bir oyun gibidir.
Lacan'a göre insan Dil'in içinde doğar. Biz buna kabaca aile ideolojisi diyebiliriz. Birey, yetişkinlik çağına doğru bu aile ideolojisinden çıkmak ve bu kabuğu kırmak ister. Bu kabuğu kıramayanlar ve kendi öz yeteneklerinin farkına varıp onu kullanamayanlar başka bir kabuğa (ideoloji) girerler. Siyasî/dinî ideolojinin içinde bir ideolojik özne olarak yaşamaya devam ederler.
Dinî ideoloji ile toplumsal cinsiyet ideolojisi aynı değirmende öğütülüyor ve ikisinin kaynağı da aynı.
İnananlar iki rüya görür:
Birincisi akşam uyuyunca;
ikincisi sabah kalkınca.
Demokrasi: "Teslim ol. Seni temsil etmeye geldim."
Hey dünya!
Bu ne hız?
Böyle savrulup durma...
Bir dur dinlen.
Biliyorum acı çeken çok.
Acımasın diye mi,
Bizi böyle delice savurman?

Bir Afyon Olarak İdeoloji, Olcay Yılmaz  

Sunday, July 20, 2025

Leylan // Selahattin Demirtaş

Leylan // Selahattin Demirtaş
Eğer sen mutlu­luğu "anlık haz alma hali" olarak tanımlarsan dediğin çok doğru bir yöntem elbette Sema. Bazen içtiğin kahveden, ye­diğin yemekten, sevdiğin şarkıyı dinlemekten, bazen bir sevişmeden, özlediğin bir arkadaşını görmekten, bir çocuğun gülen gözlerinden, batan güneşi izlemekten bazen, bir şiirin dizesinden, bir kadeh şaraptan ya da bir anne sıcaklığından da alırsın o hazzı. Bazen ibadet edip yakarmak tanrıya, bazen bir tapınakta inzivaya çekilmek verir o hazzı. Yeryüzünde sana bu hazzı yaşatacak binlerce şey bulabilirsin. Ama sen mutluluğu haz almak olarak düşünürsen, bir müddet sonra haz peşinde koşan bir zavallıya dönüşürsün. Zavallı diyorum, çünkü insan vücudu hazzı depolayamadığından, sürekli olarak bu duy­guyu tekrarlama ihtiyacı duyacak, haz almak yaşamının anla­mına dönüşecek. Haz almadığın her an -ki bu da yaşamının büyük bir kısmına tekabül edecek- hayat sana boş ve anlam­sız gelecek. Daha fazla haz dolu bir yaşam sürmek için çiğnemeyeceğin ilke, ihlal etmeyeceğin kural kalmayacak. Zaten insanlık, haz arayışındaki bu kontrolden çıkma halini önle­mek, frenlemek için toplumsal yaşamı dinle, ideolojiyle, felsefeyle veya hukukla düzenlemek zorunda kalmadı mı? Bey­nimizin haz arama isteği sınırsızdır. Biz bu isteği inançlarımız, ilkelerimiz ya da kurallarımızla sınırlamaya çalışıyoruz sadece.

Yani bizim dışavuran davranışlarımız din, ideoloji veya hu­kuk süzgecinden geçirdiğimiz düşünsel faaliyetlerimizin bir sonucu değil mi nihayetinde? Tabii ki benim kastettiğim şey haz alma isteğimizin özgür bırakılması değil, hayatın anla­mını arama isteğinin özgür bırakılmasıdır 

Saturday, July 19, 2025

Küçük İnsanlar Büyük Sorular // Wolfram Eilenberger

 "İnsan söz verebilen hayvandır." Nietzsche

İnsan olarak bizler verdiğimiz sözü tutmayacak olursak, dilimiz süreç içinde anlamsız seslerden oluşan bir Hiç’e dönüşür.
Her anlam her türlü anlamsızlıktan iyidir.
İnsanlık her bireyde vardır, bireyde vücut bulmuştur ve hiçbir birey başka bir birey tarafından araç olarak kullanılmayı veya kendinde amaç olarak itibarlı olmayı istemez.
İçime baktığım zaman kendimin aynısı olmayan, beni ben yapan, ama gerçekten ben yapan, deli gibi akan düşünce ve algılama ırmağından başka bir şey göremiyorum.
Bilgisizlik, yaptıklarımızı ve davranışlarımızı etkileyen kelimelerin gerçek anlamlarını tam olarak bilmemekten kaynaklanır, insan ruhen henüz olgunlaşmadığı, zihni karışık olduğunda kastettiği şeyi söyleyebilme veya gerçekten ne istediğini bilebilme olasılığından yoksundur.
Bazen içimdeki o büyük sürekli var olan, tek ve aynı kalan, büyük 'Ben'in, hayal gücümün bir ürününden, bir çeşit hayali bir arkadaş ve dosttan başka bir şey olmadığını düşünüyorum.
Kolay telaffuz edilen sözcükler: Bütün insanlar, herkes, her birey. Herkesten biri olmayan biri ölünceye kadar kolay telaffuz edilen sözcükler.
Seni dizayn ettirmiş olsaydık, tanrılığa oynamış olurduk, şaşmaz yanılmaz olduğumuzu ilan ederdik, senden üstün olduğumuzu düşünür kibirlenirdik; senin ne istediğini sormadan kişisel yapın ve bütünlüğün, kişiliğin hakkında karar verirdik! İpoteksiz büyümeni, kendi yolunu bizzat tayin etmeni istemiştik; senin hikâyenin yazarı olmak istememiş, senin kendi hikâyenin yazarı olmanı istemiştik.
Sözü edilen arkadaşlık, çabucak zevk alma veya karşılıklı çıkar temelinde bir arkadaşlık değil, arkadaşının erdemliliğine teveccüh eden ve ondan haz duyan arkadaşlık.
Küçük İnsanlar Büyük Sorular
Wolfram Eilenberger

Friday, July 18, 2025

Yaşam Becerisi // Zübeyde Hanım

Yaşam beceri isteyen bir sanat gibidir ve paylaşma esası ise yaşamın estetiğidir. Sanat ve estetiğin buluşmasıyla, yaşam becerilerimiz, insanlığı yaşatır, bizi insan yapan temel bağlarımız, sanatsallığımızdır. Bizi gene sanattan başka ne kurtarabilir ki!? Hüzünlü ruhlarımızı, nefsin ateşinde yakan dansıysa sanat, tersine çevirerek ruhlarımızı huzurla buluşturma sanatsallığına da ulaşabiliriz de..

Belki kadar kesin, kesin kadar belki olan, niyet ve amel arasındaki o ince çizgide..

Zübeyde Hanım

Estetik // Frederich Hegel

Estetik // Frederich Hegel

Bir sanatçının üreticiı hayalgücü, büyük bir tinin ve yüreğin hayalgücüdür, tasarımların ve şekillerin kavranmasıdır ve yaratılmasıdır. Ve gerçekten de en derin ve en bütünlüklü insan ilgilerinin betimsel ve tamamıyla belirli bir duyusal biçim içinde sergilenmesidir.
Sanat güzelliği tin alanına aittir.
Ruh, insanın gözünden, bir insanın yüzünden, etinden, derisinden, bütün figüründen parıldar.
İçsel olan dışsal olanda parıldar ve kendisini dışsal aracılığıyla bilinir kılar, çünkü dışsal olan, kendisinden uzağa, içsel olana işaret eder.
İnsan ancak kendisi için büyük değer taşıyan bir şey adına korku duyabilir.
Çocuklar genellikle en güzel çağdadırlar.
Sanatın amacı ruhu en yüksek menfaatlerinin şuuruna vardırmaktır.
Düşünce ve düşünüm, sanatın üzerinde kanatlarını açarlar.
Sanata duyulan genel gereksinim demek oluyor ki iç ve dış dünyanın bilincine varmak için insanı iten ussal bir gereksinmedir ve bu durum insanı, söz konusu olan bu her iki dünyadan kendisini yeniden tanıyacağı bir nesne yapmaya iter.
Özgürlükten kısaca, öznel olanın en üst düzeyde kendi içinde kavrayıp ele geçirdiği ve kendi içinde sakladığı şeyi anlıyoruz, özgürlük, Tin'in en üstün varoluş biçimidir, onun bir tür belirlenimidir.
O halde açıkça diyebiliriz ki ; "Dışlaştırılacak en üstün içerik özgürlüktür"
Özgürlüğün ve sonsuz mutluluğun anlatımına yalnız romantik dinsel sevgi ile ulaşılır.
Özgürlük tinin en yüksek kaderidir.
Zira felsefe de Tann’dan başka bir objeye sahip değildir... ve o da böylece bir rasyonel teoloji yani ussal bir tanrı bilim olmaktadır; felsefe, hakikatin hizmetinde olduğu kadar hep tanrısal olanın da hizmetindedir. (Burada tanrıdan kasıt otoriter baba değildir. Evrenin aşk, özgürlük, idrak ve yaratımla ilgili nesnel yönüdür denebilir.)
Şimdi nihai amaç, yani ahlaki iyileştirme daha yüksek bir bakış açısına işaret etmekte olduğu için, bu daha yüksek bakış açısını sanat adına da haklı çıkarmak durumundayız.
Tam ve bütün bir insan hayatı daha yüksek dürtüleri gerektirir ve doğaya ve onun dolayımsız ürünlerine bu sıkı bağlılık artık onu doyuramaz.

Thursday, July 17, 2025

Fena Risalesi // Muhyiddin İbn Arabi

"İyi bir şekilde ifade edilen güzel bir sözü akıl daha ilk anda kabul eder; fakat onu mantığın mihenk taşına vurduğun zaman ve eldeki mevcut delillerle ölçüp biçtiğin zaman çekip gider, herhangi bir etkisi de olmaz ve tamamıyla yanlış (bâtıl) bir söz olur."
Fena Risalesi

Muhyiddin İbn Arabi 

Wednesday, July 16, 2025

Ne Çıkar // Desenka Maksimoviç

Ne Çıkar
Ne çıkar, yaşasam bin yıl daha
Benzeyeceğim öldükten sonra
Hiç doğmamışlara
Ne çıkar mutlu yaşasam ömrümce
Benzeyeceğim öldükten sonra
Ömrünce gözyaşı dökenlere
Ne çıkar lekelenmiş olsam iftirayla
Benzeyeceğim öldükten sonra
Hep övgü duymuşlara
Ruhlarda bıraksam da anılarımı
Bilmeyeceğim öldükten sonra
Beni anımsadıklarını
Ne çıkar dünya bilgeliğini içmiş olsam
Daha az bilge olacağım öldükten sonra
Yoldaki bir toprak parçasından
Ne çıkar yüreğim pırıl pırıl olsa
Taştan daha umursamaz
Olacağım öldükten sonra
İçimi sevindirse de şu güneş, pırıldayan,
Çıkamayacağım öldükten sonra
Karanlıktan
Ve şimdi, yaşamın bilinciyle dopdolu
Bilemeyeceğim öldükten sonra
Bir zaman yaşamış olduğumu...
Desenka Maksimoviç

Çeviri: Ataol Behramoğlu 

Düşüncelerin Günbatımı // E. M. Cioran

“Dünyadan en uzak yıldızı arıyorum, orada kendime bir beşik ve bir tabut yapmak için, benden yeniden doğmak ve bende ölmek için.”
Düşüncelerin Günbatımı // E. M. Cioran


Yan Değiniler // Ludwig Wittgenstein

Kendine bak - kendini hiçbir zaman anlamayacaksın. Çünkü kendini bir dizi tasarım içinde görüyorsun, sonunda da dağılıp gidiyor hepsi. Çünkü...