Leylan // Selahattin Demirtaş
Eğer sen mutluluğu "anlık haz alma hali" olarak tanımlarsan dediğin çok doğru bir yöntem elbette Sema. Bazen içtiğin kahveden, yediğin yemekten, sevdiğin şarkıyı dinlemekten, bazen bir sevişmeden, özlediğin bir arkadaşını görmekten, bir çocuğun gülen gözlerinden, batan güneşi izlemekten bazen, bir şiirin dizesinden, bir kadeh şaraptan ya da bir anne sıcaklığından da alırsın o hazzı. Bazen ibadet edip yakarmak tanrıya, bazen bir tapınakta inzivaya çekilmek verir o hazzı. Yeryüzünde sana bu hazzı yaşatacak binlerce şey bulabilirsin. Ama sen mutluluğu haz almak olarak düşünürsen, bir müddet sonra haz peşinde koşan bir zavallıya dönüşürsün. Zavallı diyorum, çünkü insan vücudu hazzı depolayamadığından, sürekli olarak bu duyguyu tekrarlama ihtiyacı duyacak, haz almak yaşamının anlamına dönüşecek. Haz almadığın her an -ki bu da yaşamının büyük bir kısmına tekabül edecek- hayat sana boş ve anlamsız gelecek. Daha fazla haz dolu bir yaşam sürmek için çiğnemeyeceğin ilke, ihlal etmeyeceğin kural kalmayacak. Zaten insanlık, haz arayışındaki bu kontrolden çıkma halini önlemek, frenlemek için toplumsal yaşamı dinle, ideolojiyle, felsefeyle veya hukukla düzenlemek zorunda kalmadı mı? Beynimizin haz arama isteği sınırsızdır. Biz bu isteği inançlarımız, ilkelerimiz ya da kurallarımızla sınırlamaya çalışıyoruz sadece.
Yani bizim dışavuran davranışlarımız din, ideoloji veya hukuk süzgecinden geçirdiğimiz düşünsel faaliyetlerimizin bir sonucu değil mi nihayetinde? Tabii ki benim kastettiğim şey haz alma isteğimizin özgür bırakılması değil, hayatın anlamını arama isteğinin özgür bırakılmasıdır
No comments:
Post a Comment